süflî yaşıyorlar. zaten riba gibi gayrimeşru yollarla ka-
zandıkları mal, rızk-ı helâl değil ki meselemizi cerh etsin.
Hem çok ediplerin ve çok ulemanın fakr-ı hâli ve çok
aptalların servet ve gınâsı dahi gösteriyor ki, celb-i rızkın
medarı zekâ ve iktidar değildir, belki acz ve iftikardır, te-
vekkülvari bir teslimdir ve lisan-ı kàl ve lisan-ı hâl ve li-
san-ı fiil ile bir duadır.
İşte bu hakikati ilân eden
(1)
o
Ú/
àn
Ÿr
G p
Is
ƒo
?r
dGho
P o
¥G s
R s
ôdGn
ƒo
g %G s
¿
p
G
ayeti, bu davamıza o kadar kavi ve metin bir bürhandır ki,
bütün nebatat ve hayvanat ve etfal lisanıyla okunuyor. Ve
rızık isteyen her taife, şu ayeti lisan-ı hâl ile okuyor.
Madem rızık mukadderdir ve ihsan ediliyor ve veren
de Cenab-ı Hak’tır; o hem
Rahîm
, hem
Kerîm’
dir;
onun rahmetini ittiham etmek derecesinde ve keremini
istihfaf eder bir surette, gayrimeşru bir tarzda yüz suyu
dökmekle, vicdanını, belki bazı mukaddesatını rüşvet ve-
rip, menhus, bereketsiz bir mal-ı haramı kabul eden dü-
şünsün ki, ne kadar muzaaf bir divaneliktir!
evet, ehl-i dünya, hususan ehl-i dalâlet, parasını ucuz
vermez, pek pahalı satar. Bir senelik hayat-ı dünyeviye-
ye bir derece yardım edecek bir mala mukabil, hadsiz bir
hayat-ı ebediyeyi tahrip etmeye bazen vesile olur. o pis
hırs ile, gazab-ı İlâhîyi kendine celp eder ve ehl-i dalâle-
tin rızasını celbe çalışır.
ey kardeşlerim! eğer ehl-i dünyanın dalkavukları ve
ehl-i dalâletin münafıkları sizi insaniyetin şu zayıf damarı
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
bereketsiz:
hayırsız.
bürhan:
delil, hüccet.
celb-i rızık:
rızık kazanmak için
çalışmak.
celp:
çekme.
Cenab-ı Hak:
hakkın ta kendisi,
pek yüce, saygın, şeref ve aza-
met sahibi hazret–i Allah.
cerh etme:
yaralama.
dalkavuk:
şaklaban, yaltakçı,
maddî ve manevî menfaati için
her türlü alçaklığı kabul eden
kimse.
dava:
iddia, savunulan düşünce.
divane:
deli.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
edip:
edebiyatçı.
ehl-i dalâlet:
azgın ve sapkın
kimseler.
ehl-i dünya:
dünya adamı, ahire-
ti düşünmeyen.
etfal:
çocuklar, yavrular.
fakr-i hâl:
hâli, yaşayışı fakirce
olan.
gayr-i meşru:
helâl olmayan, di-
ne aykırı.
gazab-ı İlâhî:
Allah’ın gazabı,
kahrı, cezası.
gınâ:
zenginlik, bolluk.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, doğru.
hayat-ı ebediye:
ahiret hayatı.
hayat-i dünyeviye:
dünya haya-
tı.
hayvanat:
hayvanlar.
hırs:
aç gözlülük, tamahkârlık.
hususan:
özellikle.
iftikar:
fakirliğini gösterme, ihti-
yaç sahibi olma, muhtaç olma.
ihsan etme:
ikram etme, lütfet-
me, bağışlama.
iktidar:
güç, kuvvet.
ilân etme:
herkese duyurmak.
insaniyet:
insanlık.
istihfaf etmek:
küçümseme, ha-
fife alma.
ittiham etmek:
suçlamak.
kavi:
kuvvetli.
kerem:
cömertlik, ihsan, ikram.
kerîm:
sonsuz ikram ve gerçek
zenginlik sahibi, ihsanı bol olan
Allah.
kudret:
kuvvet, iktidar.
lisan:
dil.
lisan-ı fiil:
fiili dili, çalışma dili.
lisan-ı hâl:
bir şeyin duruşu ve
görünüşü ile bir mana ifade et-
mesi.
lisan-ı kàl:
söz ile anlatılan mana.
mal-i haram:
haram mal.
medar:
vesile, kaynak.
menhus:
uğursuz, kötü.
mesele:
konu.
metin:
sağlam ve dayanıklı.
mukabil:
karşılık.
mukadder:
takdir olunmuş.
mukaddesat:
mukaddes olan
şeyler, değerler.
muzaaf:
kat kat.
münafık:
kâfirliğini gizleye-
rek Müslüman gibi davranan,
iki yüzlü.
nebatat:
bitkiler.
Rahîm:
sonsuz merhamet sa-
hibi ve yarattıklarına çok şef-
kat Allah.
rahmet:
merhamet etme,
şefkat gösterme.
rıza:
razı olma, hoşnutluk.
rızık:
yiyecek, içecek şey.
rızk-ı helâl:
helâl rızık.
riba:
faiz.
servet:
zenginlik.
suret:
biçim, tarz.
süflî:
aşağılık, bayağı.
tahrip etme:
harap etme,
yıkma.
taife:
takım, grup.
tarz:
biçim, suret.
tevekkülvari:
tevekkül ede-
rek, Allah’a güvenerek ve
Onu vekil kabul ederek.
ulema:
âlimler, bilginler.
vesile:
vasıta, sebep.
vicdan:
hayrı şerden ayırt et-
meye yardımcı olan ahlâkî
duygu.
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup
| 710 | Mektubat
1.
Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah’tır. (Zariyat Suresi: 58.)