Mektubat - page 703

bazı serserilerin nazarında muvakkat ve menhus bir mev-
ki kazanır;
(1)
n
Ú
p
?s
ào
Ÿr
G s
’p
G w
ho
ón
Y m
¢†r
©n
Ñp
d r
ºo
¡o
°†r
©n
H m
òp
Än
er
ƒn
j o
As
BÓ p
Nn
’r
Gn
sır-
rına göre, dünyada zarar, berzahta azap, ahirette düş-
man bazı yalancı dostları bulur.
Birinci suretteki adam, faraza hubb-i câhı kalbinden çı-
karmazsa, fakat ihlâsı ve rıza-i İlâhîyi esas tutmak ve
hubb-i câhı hedef ittihaz etmemek şartıyla, bir nevi meş-
ru makam-ı manevî, hem muhteşem bir makam kazanır
ki, o hubb-i câh damarını kemaliyle tatmin eder. Bu
adam, az, hem pek az ve ehemmiyetsiz bir şey kaybeder;
ona mukabil, çok, hem pek çok kıymettar, zararsız şey-
leri bulur. Belki birkaç yılanı kendinden kaçırır; ona be-
del çok mübarek mahlûkları arkadaş bulur, onlarla ünsi-
yet eder. Veya ısırıcı yabanî eşek arılarını kaçırıp, müba-
rek rahmet şerbetçileri olan arıları kendine celp eder; on-
ların ellerinden bal yer gibi, öyle dostlar bulur ki, daima
dualarıyla Âb-ı kevser gibi feyizler, âlem-i İslâm’ın etra-
fından onun ruhuna içirilir ve defter-i a’maline geçirilir.
Bir zaman, dünyanın bir büyük makamını işgal eden
küçük bir insan, şöhretperestlik yolunda büyük bir kaba-
hat işlemekle âlem-i İslâm’ın nazarında maskara olduğu
vakit, geçen temsilin mealini ona ders verdim, başına
vurdum. İyi sarstı; fakat, kendimi hubb-i câhtan kurtara-
madığım için, o ikazım dahi onu uyandırmadı.
mahlûk:
Allah tarafından yaratıl-
mış.
makam:
mevki, yer.
makam-ı manevî:
manevî ma-
kam.
maskara:
gülünç, soytarı.
meal:
mana, anlam.
menhus:
uğursuz, kötü.
meşru:
şer’an caiz, dine uygun.
mevki:
yer, makam.
mukabil:
karşılık.
muvakkat:
geçici.
mübarek:
bereketli, kutlu, hayır-
lı.
müttakî:
takva sahibi, Allah’tan
korkan.
nazar:
bakış.
nevi:
çeşit.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
koruma, bağışlama, şefkat gös-
terme
rıza-i İlâhî:
Allah’ın rızası.
ruh:
hayatın temeli ve sebebi
olan manevî varlık.
serseri:
boş gezen, gayesiz.
sırrına göre:
dikkatli bir sezgi ve
anlayışlı bir tecrübe ile kavranan
hakikate, gerçeğe göre davranan.
suret:
şekil, tarz.
şöhretperest:
şöhret düşkünü.
tatmin:
doyma.
temsil:
benzetme.
ünsiyet:
dostluk, ülfet.
vakit:
zaman.
yaban arısı:
zar kanatlı, arıya
benzer, iğneli bir böcek.
Âb-ı kevser:
cennetteki Kev-
ser ırmağının suyu.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi.
azap:
ceza.
bedel:
değer, karşılık.
berzah:
ruhların kıyamete
kadar bekleyeceği, dünya ile
ahiret arasındaki yer, kabir
âlemi.
celp etme:
çekme.
damar:
huy, mizaç.
defter-i a’mal:
amellerin def-
teri.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehemmiyet:
önem.
esas:
asıl, temel.
faraza:
farz edelim ki, varsa-
yalım ki.
feyiz:
bolluk, bereket, lütuf.
hubb-i câh:
makam mevkii
sevgisi.
ihlâs:
samimiyet, ibadet ve
davranışlarda sadece Allah’ın
rızasını gözetme.
ikaz:
uyarma.
işgal etme:
bir şeyi ele geçir-
me, alıkoyma.
ittihaz etme:
edinmek, ka-
bullenmek.
kabahat:
çirkin hareket.
kemal:
olgunluk, yetkinlik,
mükemmellik.
kıymettar:
değerli.
Mektubat | 703 |
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup
1.
Müttakîler dışında, o gün, dostlar birbirlerine düşmandır. (Zuhruf Suresi: 67.)
1...,693,694,695,696,697,698,699,700,701,702 704,705,706,707,708,709,710,711,712,713,...1086
Powered by FlippingBook