istidatları ve hadsiz makasıda ve metalibe müteveccih
fakr ve ihtiyaçları ve zaaf ve acziyle beraber, hücuma
maruz kaldıkları hadsiz musibet ve a’dâlarıyla beraber,
gayet kısa bir ömür, gayet dağdağalı bir hayat, gayet pe-
rişan bir maişet içinde, kalbe en elîm ve en müthiş halet
olan mütemadî zeval ve firak belâsı içinde, ehl-i gaflet
için zulümat-ı ebedî kapısı suretinde görülen kabre ve
mezaristana bakıyorlar, birer birer ve taife taife o zulü-
mat kuyusuna atılıyorlar.
İşte bu âlemi bu zulümat içinde gördüğüm anda, kalb
ve ruh ve aklımla beraber bütün letaif-i insaniyem, belki
bütün zerrat-ı vücudum feryat ile ağlamaya hazır iken,
birden Cenab-ı Hakkın
Âdil
ismi
Hakîm
burcunda,
Rah-
man
ismi
Kerîm
burcunda,
Rahîm
ismi
Gafur
burcunda
(yani manasında),
Bâis
ismi
Vâris
burcunda,
Muhyî
ismi
Muhsin
burcunda,
Rab
ismi
Malik
burcunda tulû ettiler;
o âlem-i insanî içindeki çok âlemleri tenvir ettiler, ışıklan-
dırdılar ve nuranî ahiret âleminden pencereler açıp o ka-
ranlıklı insan dünyasına nurlar serptiler.
sonra muazzam bir perde daha açıldı, âlem-i arz gö-
ründü. Felsefenin karanlıklı kavanin-i ilmiyeleri, hayale
dehşetli bir âlem gösterdi. Yetmiş defa top güllesinden
daha sür’atli bir hareketle, yirmi beş bin sene mesafeyi
bir senede devreden ve her vakit dağılmaya ve parçalan-
maya müstait ve içi zelzeleli, ihtiyar ve çok yaşlı küre-i
arz içinde, âlemin hadsiz fezasında seyahat eden bîçare
nev-i insan vaziyeti, bana vahşetli bir karanlık içinde gö-
ründü; başım döndü, gözüm karardı.
a’dâ:
düşmanlık eden, düşman.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
adil:
adaletle iş gören, sonsuz
adalet sahibi Allah.
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
âlem:
dünya, bütün yaratılmışlar,
evren; varlık sınıflarından her biri.
âlem-i arz:
dünya âlemi, yeryü-
zü.
âlem-i insanî:
insana ait âlem.
bais:
yeniden yaratan, tekrar di-
rilten Allah.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
burç:
yörünge, kuşak, yıldız ve
gezegenlerin durakları.
Cenab-ı Hak:
hakkın ta kendisi
pek yüce, saygın, şeref ve aza-
met sahibi hazret–i Allah.
dağdağa:
gürültü, patırtı.
dehşet:
büyük korku hâli.
ehl-i gaflet:
dünyaya daldığından
dolayı ahiretin farkında olmayan,
dalgın, dikkatsiz davranan.
elîm:
çok acı verici, hüzünlü.
fakr:
fakirlik.
felsefe:
madde ve hayatı başlan-
gıç ve gaye bakımında inceleyen
ilim.
feryat:
yardım istemek için yük-
sek sesle bağırma.
feza:
uzay.
firak:
ayrılık.
Gafur:
merhamet eden, günahla-
rı bağışlayan Allah.
gayet:
son derece, çok.
gülle:
top mermisi.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
Hakîm:
her şeyi bir maksat ve
gayeye uygun yaratan, hikmet
sahibi Allah.
hâlet:
hâl.
hücum:
saldırma.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kavanin-i ilmiye:
ilmi kanunlar,
prensipler.
kerîm:
ikram ve ihsanı bol olan
Allah.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
letaif-i insaniye:
insanın manevî
duyguları.
maişet:
yaşayış, geçinme.
makasıd:
maksatlar, gayeler.
Malik:
her şeyin hakikî sahibi
olan Allah.
maruz kalmak:
uğramak, bir şe-
yin tesiri altında kalmak.
metalip:
istekler, arzular.
mezaristan:
mezarlık.
muazzam:
çok büyük.
Muhsin:
sonsuz iyilik ve ihsanda
bulunan Allah.
Muhyî:
ölüleri dirilten, hayat ve-
ren Allah.
musibet:
felâket, belâ, sıkıntı.
müstait:
kabil, mümkün, ola-
bilirlik.
mütemadî:
sürekli, devamlı.
müteveccih:
yönelen.
müthiş:
dehşetli, korkunç.
nev-i insan:
insan cinsi, türü.
nur:
parıltı, ışık.
nuranî:
nurlu, ışık saçan.
perde:
örtü.
perişan:
dağınık, acınacak
hâlde bulunan.
Rab:
yaratan, büyüten, terbi-
ye eden Allah.
Rahîm:
sonsuz merhamet sa-
hibi olan Allah.
Rahman:
rahmeti bütün her-
kese yayılan ve bütün yaratıl-
mışların rızıklarını ve geçim
şekillerini içine alan rahmetin
sahibi Allah.
ruh:
hayatın temeli ve sebebi
olan manevî varlık.
seyahat:
yolculuk.
suret:
biçim, görünüş.
sür’at:
çabukluk, hız.
taife:
takım, grup.
tenvir:
nurlandırma, aydınlat-
ma.
tulû etmek:
doğmak.
vahşet:
vahşîlik, korku veren.
Vâris:
her şeyin kendisine
döneceği, her şeyin gerçek
sahibi ve mülkü kudret elin-
de tutan, vârislerin en hayırlı-
sı Allah.
vaziyet:
durum.
zaaf:
zayıflık.
zelzele:
sarsıntı.
zerrat-ı vücut:
vücudun zer-
releri.
zeval:
sona erme, yok olma.
zulümat:
karanlıklar.
zulümat-ı ebedî:
sonsuz ka-
ranlık. cehennem.
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup
| 696 | Mektubat