Birden,
(2)
p
ìh t
ôdGn
h p
án
µ p
Ä '
= ? n
Ÿr
G t
Ün
Q
(1)
@¢ p
Vr
Qn
’r
Gn
h p
äGn
ƒ'
ª° s
ùdG t
Ün
Q
’un esma-i Hüsnası,
(4)
n
ôn
ªn
?r
dGn
h ¢n
ùr
ª s
°ûdG n
ôs
în
°Sn
h
(3)
@ n
í«
p
HÉn
°ün
ªp
H Én
«r
f t
ódG n
ABÉ n
ª° s
ùdG É s
æs
j n
R r
ón
?n
dn
h
burcunda cilveleriyle zuhur ettiler. o mana cihetiyle, ka-
ranlık üstüne çökmüş olan yıldızlar, o envar-ı azîmeden
birer lem’a alıp, yıldızlar adedince elektrik lâmbaları ya-
kılmış gibi, o âlem-i semavat nurlandı. o boş ve hâlî te-
vehhüm edilen semavat dahi melâikelerle, ruhanîlerle dol-
du, şenlendi. sultan-ı ezel ve ebed’in hadsiz ordularından
bir ordu hükmünde hareket eden güneşler ve yıldızlar, bir
manevra-i ulvî yapıyorlar tarzında, o sultan-ı zülcelâl’in
haşmetini ve şaşaa-i rububiyetini gösteriyorlar gibi gör-
düm. Bütün kuvvetimle ve mümkün olsaydı bütün zerra-
tımla ve beni dinleselerdi bütün mahlûkatın lisanlarıyla di-
yecektim; hem umum onların namına dedim:
l
ìÉn
Ñ° r
üp
e Én
¡«
p
a m
Iƒ '
µ°r
ûp
ªn
c
p
?p
Qƒo
f o
?n
ãn
e ¢p
Vr
Qn
’r
Gn
h p
äGn
ƒ'
ªs
°ùdG o
Qƒo
f *n
G
r
øp
e o
ón
bƒo
j w
…p
q
Qo
O l
Ön
c
r
ƒn
c Én
¡s
fn
Én
c o
án
LÉn
L t
õdn
G m
án
LÉn
Lo
R ?
p
a o
ìÉn
Ñ° r
ü p
ªr
dn
G
o
A?=
p
†o
j Én
¡o
àr
jn
R o
OÉ n
µ
n
j m
ás
«p
Hr
ôn
Z n
’n
h m
ás
«p
br
ôn
°Tn
’ m
án
fƒo
àr
jn
R m
á n
c
n
QÉn
Ño
e m
In
ôn
é°n
T
(5)
o
ABÉ°n
ûn
j r
øn
e
p
?p
Qƒo
æp
d *G …p
ór
¡n
j m
Qƒo
f '
¤n
Y l
Qƒo
f l
QÉn
f o
¬r
°ùn
°ùr
ªn
J r
ºn
d r
ƒn
dn
h
ayetini okudum, döndüm, indim, ayıldım.
(6)
p
¿'
Gr
ôo
?r
dGn
h p
¿Én
Á
p
’r
G p
Qƒo
f '
¤n
Y ! o
ór
ªn
ër
dn
G
dedim.
bf
adet:
sayı.
âlem-i semavat:
gökler âlemi.
and:
yemin.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
burç:
kule, (manasında).
cihet:
yön.
cilve:
tecelli, görünme, yansıma.
envar-ı azîme:
büyük, muazzam
nurlar.
esma-i Hüsna:
Allah’ın güzel
isimleri.
fanus:
cam kapak.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâli:
boş, ıssız.
hamd:
methetme, övme.
haşmet:
ihtişam, heybet, gör-
kem.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
iman:
inanma, itikat.
kabiliyet:
yetenek, iktidar, güç.
kandil:
aydınlatma aracı, lâmba.
lem’a:
parıltı.
lisan:
dil.
mahlûk:
Allah tarafından yaratıl-
mış, yaratık.
mana:
anlam.
manevra-i ulvî:
yüce, yüksek
manevra, tatbikat.
melâike:
melekler.
melek:
Allah’ın nurdan yarattığı,
Allah’ın emirlerine tam itaat eden
mahlûk.
misal:
örnek.
musahhar:
boyun eğen, itaat
eden.
namına:
adına, yerine.
nur:
parıltı, ışık.
Rab:
yaratan, büyüten, terbiye
eden Allah.
ruh:
insan ve hayvanlarda dirilik
ve hayatın kaynağı, temeli, yara-
tılış.
ruhanî:
gözle görülmeyen, cismi
olmayan varlıklar.
semavat:
gökler.
Sultan-ı ezel ve ebed:
zamanla
kayıtlı olmadığı hâlde bütün za-
manlar ve mekânlar tasarrufu al-
tında olan Allah.
Sultan-ı Zülcelâl:
celâl ve büyük-
lük sahibi sultan, Allah.
şaşaa-i rububiyet:
Allah’ın idare
ve terbiye ediciliğinin parlaklığı,
bütün varlık âlemini kuşatan
rablığın büyüklüğü, haşmeti.
şen:
neşeli.
tarz:
biçim, suret.
tevehhüm etme:
zannetme,
sanma.
umum:
cümle, herkes.
zerrat:
zerreler.
zuhur:
görünme.
1.
Göklerin ve yerin Rabbi. (Ra'd Suresi: 16.)
2
. Meleklerin ve ruhun Rabbi.
3.
And olsun ki, Biz en yakın olan göğü kandillerle donattık. (Mülk Süresi: 5.)
4.
Güneşi ve ayı musahhar kılmıştır. (Ra’d Suresi: 2.)
5.
Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, bir lâmba yuvası gibidir ki, onda bir
kandil vardır. Kandil de cam fanus içindedir. Cam fanus ise, inci gibi parlayan bir yıldıza ben-
zer ki, ne doğuya, ne de batıya ait olmayan mübarek bir ağacın yakıtından tutuşturulur.
Onun yakıtı, kendisine ateş dokunmasa bile ışık verecek kabiliyettedir. (Nur Suresi: 35.)
6.
İmanın ve Kur’ân’ın nurundan dolayı Allah’a hamd olsun.
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup
| 698 | Mektubat