güzel bir nispet-i adediye ile bir tevafuk gördüm; nüsha-
ma da işaretler koydum. Çok defa müsavi olur; bazen
nısf veyahut sülüs oluyor. Bir hikmet ve intizamı ihsas
eden bir vaziyeti vardır.
•
Dördüncü Nükte:
sahife-i vahitteki tevafukattır.
kardeşlerimle üç dört ayrı ayrı nüshaları mukabele ettik;
umumunda tevafukat matlûp olduğuna kanaatimiz geldi.
Yalnız, matbaa müstensihleri başka maksatları takip et-
tiklerinden, bir derece tevafukatta intizamsızlık düşmüş.
tanzim edilse, pek nadir istisna ile, mecmu-i kur’ân’da
iki bin sekiz yüz altı lâfz-ı Celâlin adedinde tevafukat gö-
rünecektir. Ve bunda bir şule-i i’caz parlıyor. Çünkü,
fikr-i beşer, bu pek geniş sahifeyi ihata edemez ve karı-
şamaz. tesadüfün ise, bu manidar ve hikmettar vaziyete
eli ulaşamaz.
dördüncü nükteyi bir derece göstermek için, yeni bir
Mushaf yazdırıyoruz ki, en münteşir Mushafların aynı sa-
hife, aynı satırlarını muhafaza etmekle beraber, sanat-
kârların lâkaytlığı tesiriyle adem-i intizama maruz kalan
yerleri tanzim edip, tevafukatın hakikî intizamı inşaallah
gösterilecektir; ve gösterildi.
n
QGn
O Én
e p
¿'
Gr
ôo
?r
dG n
QGn
ôr
°Sn
G =É n
ær
ªp
q
¡n
a p
¿'
Gr
ôo
?r
dG p
q
?n
ëp
H p
¿'
Gr
ôo
?r
dG n
?p
õr
æo
e Én
j s
ºo
¡
s
?dn
G
p
¬p
d'
G '
=¤n
Yn
h n
¿'
Gr
ôo
?r
dG p
¬r
«n
?n
Y n
âr
dn
õr
fn
G r
øn
e '
¤n
Y r
ºu
?n
°Sn
h p
q
?n
°Un
h p
¿Gn
ôn
ªn
?r
dG
(1)
n
Ú
p
e'
G @ n
Ú
p
©n
ªr
Ln
G =
p
¬p
Ñr
ën
°Un
h
bf
bilen en zor ve ince yanı.
Lâfz-ı Celâl:
Celâl lâfzı, Allah keli-
mesi.
lâkayt:
kıymet ve ehemmiyet
vermeyen, ilgisiz, duyarsız.
maksat:
gaye, hedef.
manidar:
ince manalı, anlamlı.
maruz:
uğrama.
matbaa:
basım evi.
matlûp:
istenilen, istek.
mecmu-i kur’ân:
Kur’ân’ın tama-
mı.
muhafaza etmek:
korumak.
mukabele etmek:
karşı gelmek,
karşılık vermek.
Mushaf:
Kur’ân.
münteşir:
yaygın olan.
müsavi:
birbirine denklik.
müstensih:
yazılı bir metnin su-
retini çıkararak çoğaltan.
nadir:
seyrek, az.
nısf:
yarı.
nispet-i adediye:
sayıya göre, sa-
yı bakımından.
nükte:
ince manalı söz.
nüsha:
birbirinin aynı olan yazılı
metinlerden her biri; yazılı şey,
kitap.
sahife:
sayfa.
sahife-i vahit:
bir tek sahife.
salât ve selâm:
esenlik dileme,
dua ve selâm.
sanatkâr:
sanatla uğraşan.
sır:
gizli hakikat.
sülüs:
üçte bir.
şule-i i’caz:
mu’cize derecesinde
parıltı.
tanzim etmek:
düzene koymak.
tanzim:
düzenleme.
tesadüf:
rastlantı, rast geliş.
tesir:
etki.
tevafuk:
uygunluk, denk gelme.
tevafukat:
tevafuklar, uygunluk-
lar, yakın ilgiler.
umum:
hepsi, bütün.
vaziyet:
durum.
zat:
kişi, Hz. Muhammed (
ASM
).
adem-i intizam:
düzensizlik,
nizamsızlık.
adet:
sayı.
âl:
aile.
âmin:
“Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında du-
anın sonunda söylenir.
ashap:
Sahabeler, sahipler.
derece:
mertebe, aşama;
miktar.
fikr-i beşer:
insanlığın fikri.
hakikî:
gerçek.
hikmet:
İlâhî gaye ve fayda.
hikmettar:
hikmetli, her şe-
yin hikmetle, yerli yerinde ve
bir gaye ve faydaya yönelik
yapılması.
ihata:
kuşatma.
ihsas etmek:
hissettirmek.
inşaallah:
Allah izin verirse.
intizam:
düzgünlük, tertipli
olma.
istisna:
kural dışı olma.
işaret:
nişan, iz.
kanaat:
inanç, düşünce.
kur’ân’ın hakkı için:
yemin
için söylenir, Kur’ân’ın doğru-
luk değeri hürmetine bir şe-
yin dikkat, yetenek tecrübe
ve sevgi yardımıyla kavrana-
Mektubat | 693 |
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup
1.
Ey Kur’ân’ı indiren Allah’ım! Kur’ân’ın hakkı için, ay ve güneş döndükçe bize Kur’ân’ın sırla-
rını öğret ve kendisine Kur’ân’ı indirdiğin zata, onun Âl ve Ashabına salât ve selâm eyle.
Âmin.