Mektubat - page 685

manevî fabrika çarklarının gürültüsü ve dumanlarıyla
müşevveş eder. nazar-ı dikkatlerini daima kendine celp
eder; ulvî vazifelerini muvakkaten unutturur. ondandır
ki, eskiden beri çok ehl-i velâyet, tekemmül için riyaze-
te, az yemek ve içmeye kendilerini alıştırmışlar.
Fakat ramazan-ı şerif orucuyla, o fabrikanın hademe-
leri anlarlar ki, sırf o fabrika için yaratılmamışlar. Ve sair
cihazat, o fabrikanın süflî eğlencelerine bedel, ramazan-ı
şerifte melekî ve ruhanî eğlencelerde telezzüz ederler, na-
zarlarını onlara dikerler. onun içindir ki, ramazan-ı şerif-
te, mü’minler, derecatına göre ayrı ayrı nurlara, feyizle-
re, manevî sürurlara mazhar oluyorlar. kalb ve ruh, akıl,
sır gibi letaifin o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok terak-
kiyat ve tefeyyüzleri vardır. Midenin ağlamasına rağmen,
onlar masumâne gülüyorlar.
DOkuZuNCu NÜkte
Ramazan-ışerifinorucudoğrudandoğruyanefsin
mevhumrububiyetinikırmakveaczinigöstermekleubu-
diyetinibildirmekcihetindekihikmetlerindenbirhikmeti
şudurki:
nefis, rabbisini tanımak istemiyor; firavunâne, kendi
rububiyet istiyor. ne kadar azaplar çektirilse, o damar
onda kalır. Fakat açlıkla o damarı kırılır. İşte, ramazan-ı
şerifteki oruç, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cep-
hesine darbe vurur kırar; aczini, zaafını, fakrını gösterir,
abd olduğunu bildirir.
güç.
nur:
parıltı, ışık.
nükte:
ince manalı söz.
oruç:
İslâmın beş şartından biri.
rab:
yaratan, büyüten, terbiye
eden.
rağmen:
karşın, zıddına.
Ramazan-ı Şerif:
mübarek, şeref-
li Ramazan ayı.
riyazet:
nefsi terbiye, dünya lez-
zetlerinden ve rahatından sakın-
ma, kanaat içinde yaşama, ilim
ve ibadetle meşgul olma.
rububiyet:
rablık, ilâhlık, Cenab-ı
Allah’ın her zaman, her yerde,
her yarattığı varlığa muhtaç oldu-
ğu şeyleri vermesi, onları idare ve
terbiye etmesi gerçeği.
ruh:
hayatın temeli ve sebebi
olan manevî varlık, anlayış sahibi
sır, can.
ruhanî:
manevî âlem, ruh dünya-
sına ait.
sair:
diğer, öteki.
sır:
gizli hakikat, içe ve kalbe do-
ğan manevî işaret, manevî haki-
kat ve marifetler.
sırf:
sadece.
süflî:
bayağı, adî, aşağı.
sürur:
sevinç, mutluluk.
tefeyyüz:
feyizlenme, gelişme.
tekemmül:
mükemmelleşme, ol-
gunlaşma.
telezzüz etmek:
lezzet almak,
tat almak; lezzetlenmek.
terakkiyat:
terakkiler, ilerleme-
ler.
ubudiyet:
kulluk.
ulvî:
yüksek, yüce.
vasıta:
aracılık.
vazife:
görev.
zaaf:
zayıflık.
abd:
kul.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
azap:
ceza, işkence, eziyet.
bedel:
karşılık.
celp etme:
çekme.
cephe:
yüz.
cihazat:
cihazlar, organlar,
duygular.
cihet:
yön.
çark:
mekanizma, sistem.
daima:
sürekli, her zaman.
damar:
huy, karakter.
darbe:
tahrip hareketi, yıkma
faaliyeti.
derecat:
dereceler, aşamalar.
ehl-i velâyet:
velî olanlar, Al-
lah’ın dostluğunu kazananlar.
fakr:
fakirlik, muhtaçlık.
feyiz:
bolluk, bereket.
firavun:
kibirli, gururlu ve
inatçı.
firavunâne:
Firavunca, fira-
vun gibi.
hademe:
hizmetçiler.
hikmet:
fayda, gaye.
letaif:
lâtifeler, duygular.
manevî:
manaya ait, manevî
yönden.
masumâne:
masum bir şekil-
de, suçsuz günahsız bir şekil-
de.
mazhar olmak:
nail olmak,
şereflenmek, kavuşmak.
melekî:
temizlik, günahsızlık.
mevhum:
vehim ve hayalde
meydana getirilen, kuruntu.
muvakkaten:
geçici olarak.
mübarek:
feyizli, bereketli.
mü’min:
inanan, Müslüman.
müşevveş:
karışık, düzensiz.
nazar:
bakış, görüş.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakış.
nefis:
kötü vasıfları kendisin-
de toplayan, kötülüğe sevk
eden hayırlı işlerden alıkoyan
Mektubat | 685 |
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup
1...,675,676,677,678,679,680,681,682,683,684 686,687,688,689,690,691,692,693,694,695,...1086
Powered by FlippingBook