kardeşlerim hakkında en ziyade korktuğum, bunların bu
zayıf damarından ehl-i ilhadın istifade etmek ihtimalidir.
Bu hâl beni çok düşündürüyor. Hakikî olmayan bazı bî-
çare dostlarımı o suretle çektiler, manen onları tehlikeye
attılar.
(HaşİYe)
ey kardeşlerim ve ey hizmet-i kur’ân’da arkadaşlarım!
Bu hubb-i câh cihetinden gelen dessas ehl-i dünyanın
hafiyelerine veya ehl-i dalâletin propagandacılarına veya
şeytanın şakirtlerine deyiniz ki:
evvelâ rıza-i İlâhî ve iltifat-ı rahmanî ve kabul-i rab-
banî öyle bir makamdır ki, insanların teveccühü ve istih-
sanı ona nispeten bir zerre hükmündedir. eğer tevec-
cüh-i rahmet varsa, yeter. İnsanların teveccühü, o tevec-
cüh-i rahmetin in’ikâsı ve gölgesi olmak cihetiyle mak-
buldür; yoksa arzu edilecek bir şey değildir. Çünkü kabir
kapısında söner, beş para etmez.
Hubb-i câh hissi eğer susturulmazsa ve izale edilmez-
se, yüzünü başka cihete çevirmek lâzımdır. Şöyle ki:
sevab-ı uhrevî için, dualarını kazanmak niyetiyle ve
hizmetin hüsnütesiri noktasında, gelecek temsildeki sırra
binaen, belki o hissin meşru bir ciheti bulunur.
HaşİYe:
o bîçareler, “kalbimiz üstat ile beraberdir” fikriyle kendilerini
tehlikesiz zannederler. Hâlbuki, ehl-i ilhadın cereyanına kuvvet veren
ve propagandalarına kapılan, belki bilmeyerek hafiyelikte istimal edil-
mek tehlikesi bulunan bir adamın “kalbim safîdir, üstadımın mesleğine
sadıktır” demesi, bu misale benzer ki: Birisi namaz kılarken karnındaki
yeli tutamıyor, çıkıyor, hades vuku buluyor. ona “namazın bozuldu”
denildiği vakit, o diyor: “neden namazım bozulsun, kalbim safîdir.”
arzu:
istek, heves.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
binaen:
-den dolayı, dayanarak.
cereyan:
akım, hareket.
cihet:
yön.
dessas:
hileci, aldatarak iş gören.
dua:
niyaz.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli, azgın
ve sapkın kimseler.
ehl-i dünya:
dünya adamı, ahire-
ti düşünmeyen.
ehl-i ilhad:
hak yolundan çıkıp
batıl yola sapan imansızlar, din-
sizler.
evvelâ:
birinci olarak.
fikir:
düşünce.
hades:
bazı ibadetlerin yapılma-
sına engel olan hâller, pislik.
hafiye:
casus, gizli çalışan.
hâl:
durum.
hâlbuki:
oysa ki.
haşiye:
dipnot, açıklayıcı yazı
his:
duygu.
hizmet:
bir uğurda çalışma, çaba-
lama.
hizmet-i kur’ân:
Kuran hizmeti.
hubb-i câh:
makam, mevki sev-
gisi.
hükmünde:
değerinde.
hüsnütesir:
güzel, iyi tesir, etki.
ihtimal:
mümkün olma.
iltifat-ı Rahmanî:
bütün mahlû-
katına şefkat ve merhamet eden
Cenab-ı Hakkın iltifatı, teveccühü.
in’ikâs:
aksetme.
istifade etmek:
faydalanmak,
yararlanmak.
istihsan:
güzel bulma, beğenme.
istimal edilmek:
kullanmak.
izale edilmek:
giderilmek, or-
tadan kaldırmak.
kabir:
mezar.
kabul-i Rabbanî:
Cenab-ı Al-
lah’ın kabul ve rızası.
makam:
mevki.
makbul:
kabul gören, geçerli.
manen:
ruhça, manaca, ma-
nevî yönden.
meslek:
gidiş, tutulan yol.
meşru:
haklı, helâl, dine uy-
gun.
misal:
örnek.
nispeten:
öncekine göre, nis-
petle, kıyaslayarak.
niyet:
maksat, meram.
nokta:
yön, cihet.
propaganda:
bir inanç, dü-
şünce vb.’ni başkalarına be-
nimsetmek amacını güden
faaliyet.
rıza-i İlâhî:
Allah’ın rızası,
hoşnutluğu.
sadık:
sadakatli, bağlılığı içten
olan.
safî:
saf olan, halis, temiz.
sevab-ı uhrevî:
ahirete ait
sevap, mükâfat.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dik-
kat, yetenek, tecrübe ve sez-
gi yardımıyla kavranabilen
zor ince yanı.
suret:
biçim, tarz.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şeytan:
iblis.
temsil:
benzetme.
teveccüh:
iltifat etme.
teveccüh-i rahmet:
İlâhî rah-
metin yönelmesi, gelmesi.
vakit:
zaman.
vuku:
olma, meydana gelme.
zannetmek:
sanmak.
zerre:
çok küçük parça.
ziyade:
çok, fazla.
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup
| 700 | Mektubat