Mektubat - page 706

kur’ân’ın kal’asındayız.
(1)
o
p
cn
ƒr
dG n
ºr
©p
fn
h *G Én
æ o
Ñ° r
ùn
M
etrafımız-
da çevrilmiş muhkem bir surdur. Binler ihtimalden bir ih-
timal ile şu kısa hayat-ı fâniyeye küçük bir zarar gelmesi
korkusundan, hayat-ı ebediyemize yüzde yüz, binler za-
rar verecek bir yola bizi ihtiyarımızla sevk edemezsiniz.”
Ve deyiniz: “Acaba hizmet-i kur’âniyede arkadaşımız
ve o hizmet-i kudsiyenin tedbirinde üstadımız ve ustaba-
şımız olan said nursî’nin yüzünden, bizim gibi hak yo-
lunda ona dost olan ehl-i haktan kim zarar görmüş? Ve
onun has talebelerinden kim belâ görmüş ki biz de göre-
ceğiz ve o görmek ihtimali ile telâş edeceğiz? Bu karde-
şimizin binler uhrevî dostları ve kardeşleri var. Yirmi otuz
senedir dünya hayat-ı içtimaiyesine tesirli bir surette ka-
rıştığı hâlde, onun yüzünden bir kardeşinin zarar gördü-
ğünü işitmedik. Hususan o zaman elinde siyaset topuzu
vardı. Şimdi o topuz yerine nur-i hakikat var. eskiden,
otuz Bir Mart Hâdisesinde çendan onu da karıştırdılar,
bazı dostlarını da ezdiler. Fakat sonra tebeyyün etti ki,
mesele başkaları tarafından çıkmış. onun dostları, onun
yüzünden değil, onun düşmanları yüzünden belâ gördü-
ler. Hem o zaman çok dostlarını da kurtardı. Buna bina-
en, bin değil, binler ihtimalden bir tek ihtimal-i tehlike
korkusuyla bir hazine-i ebediyeyi elimizden kaçırmak, si-
zin gibi şeytanların hatırına gelmemeli” deyip, ehl-i dalâ-
letin dalkavuklarının ağzına vurup tardetmelisiniz.
Hem o dalkavuklara deyiniz ki: “Yüz binler ihtimalden
bir ihtimal değil, yüzden yüz ihtimal ile bir helâket gelse,
belâ:
musibet, sıkıntı.
binaen:
-den dolayı, dayanarak.
çendan:
gerçi.
dalkavuk:
yaltakçı, maddî ve
şahsî çıkarları için zilleti kabul
eden kimse.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli, azgın
ve sapkın kimseler.
ehl-i hak:
iman, İslâmiyet ve hak
yolunda olan.
hâdise:
vakıa, olay.
hak:
hakikat, doğruluk.
has:
iyi, halis, özel.
hatır:
zihin, fikir.
hayat-ı ebediye:
ebedî ve son-
suz hayat.
hayat-ı fâniye:
geçici, fânî hayat.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayat,
toplum hayatı.
hazine-i ebedî:
ebedî ve sonu ol-
mayan hazine.
helâket:
yıkılma, mahvolma.
hizmet-i kudsiye:
mukaddes
hizmet.
hizmet-i kur’âniye:
Kur’ân’ın
hizmeti.
hususan:
özellikle.
ihtimal:
olabilirlik.
ihtimal-i tehlike:
tehlike ihti-
malleri.
ihtiyar:
seçme, tercih.
kal’a:
kale.
mesele:
ehemmiyetli iş, ko-
nu.
muhkem:
sağlam.
nur-i hakikat:
hakikat nuru,
ışığı.
sevk etmek:
sürmek, yön-
lendirmek.
siyaset topuzu:
politik güç.
sur:
kale, hisar.
suret:
biçim, tarz.
şeytan:
iblis.
talebe:
öğrenci.
tardetmek:
kovmak, uzak-
laştırmak.
tebeyyün etme:
meydana
çıkma, anlaşılma.
tedbir:
idare etme, çekip çe-
virme.
telâş etmek:
endişelenmek,
sıkıntıya girmek.
tesir:
etki.
uhrevî:
ahirete dair, yönelik.
üstat:
öğretici; muallim.
vekil:
kendisine dayanılan,
gözeten, şahit ve koruyucu
Allah.
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup
| 706 | Mektubat
1.
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Âl-i İmran Suresi: 173.)
1...,696,697,698,699,700,701,702,703,704,705 707,708,709,710,711,712,713,714,715,716,...1086
Powered by FlippingBook