zerre kadar aklımız varsa, korkup, onu bırakıp kaçmaya-
cağız.”
Çünkü, mükerrer tecrübelerle görülmüş ve görülüyor
ki, büyük kardeşine veyahut üstadına tehlike zamanında
ihanet edenlerin, gelen belâ en evvel onların başında
patlar. Hem merhametsizcesine onlara ceza verilmiş ve
alçak nazarıyla bakılmış. Hem cesedi ölmüş, hem ruhu
zillet içinde manen ölmüş. onlara ceza verenler, kalble-
rinde bir merhamet hissetmezler. Çünkü derler: “Bunlar
madem kendilerine sadık ve müşfik üstatlarına hain çık-
tılar, elbette çok alçaktırlar, merhamete değil, tahkire lâ-
yıktırlar.”
Madem hakikat budur. Hem madem bir zalim ve vic-
dansız bir adam, birisini yere atıp ayağıyla onun başını
kat’î ezecek bir surette davransa, o yerdeki adam eğer o
vahşî zalimin ayağını öpse, o zillet vasıtasıyla kalbi başın-
dan evvel ezilir, ruhu cesedinden evvel ölür; hem başı gi-
der, hem izzet ve haysiyeti mahvolur. Hem, o canavar
vicdansız zalime karşı zaaf göstermekle, kendisini ezdir-
meye teşci eder. eğer ayağı altındaki mazlum adam, o
zalimin yüzüne tükürse, kalbini ve ruhunu kurtarır, cese-
di bir şehid-i mazlum olur. evet, tükürün zalimlerin ha-
yâsız yüzlerine!
Bir zaman İngiliz devleti, İstanbul Boğazının toplarını
tahrip ve İstanbul’u istilâ ettiği hengâmda, o devletin en
büyük daire-i diniyesi olan Anglikan kilisesinin Başpapa-
zı tarafından Meşihat-ı İslâmiyeden dinî altı sual soruldu.
saretlendirme.
üstat:
üstat, öğretici, usta, öğret-
men.
vahşî zalim:
merhametsiz ve
duygusuz zalim, acımasız ve hak-
sız davranan.
vasıta:
aracılık.
vicdan:
hayrı şerden ayırt etme-
ye yardımcı olan ahlâkî duygu,
inanç.
zaaf:
zayıflık.
zalim:
zulmeden, acımasız ve
haksız davranan.
zerre:
çok küçük parça.
zillet:
hakirlik, aşağılık.
anglikan kilisesi:
İngilizlerin
resmi kilisesi.
belâ:
musibet, sıkıntı.
ceset:
vücut, beden.
daire-i diniye:
din dairesi.
hain çıkmak:
nankörlük et-
mek, kötülük etmek
hain:
hıyanet eden.
hakikat:
gerçek.
hayâ:
utanma, ar, edep duy-
gusu.
haysiyet:
şeref, onur.
hengâm:
vakit, zaman, sıra.
ihanet:
hıyanet, arkadan vur-
ma.
istilâ etme:
işgal etme.
izzet:
itibar, şeref.
kat’î:
kesin.
mahv:
yok etme, ortadan
kaldırma.
manen:
ruhça, manaca, ma-
nevî olarak.
mazlum:
zulme uğramış.
merhamet:
acımak, şefkat
göstermek, yardımda bulun-
mak.
Meşihat-ı İslâmiye:
İslâmın
ilmi meseleleri ile uğraşan
devlet dairesi.
mükerrer:
tekrarlanmış.
müşfik:
şefkatli, merhametli.
ruh:
hayatın temeli ve sebebi
olan manevî varlık, can.
sadık:
sadakatli, bağlılığı içten
olan.
sual:
soru.
suret:
biçim, tarz.
şehid-i mazlum:
zulme uğra-
yarak şehit olan.
tahkir:
hakaret etme, aşağı-
lama.
tahrip etme:
harap etme,
yıkma.
tecrübe:
deneyim.
teşci etme:
teşvik etme, ce-
Mektubat | 707 |
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup