Meselâ, Ayasofya Camii, ehl-i fazl ve kemalden müba-
rek ve muhterem zatlarla dolu olduğu bir zamanda, tek
tük, sofada ve kapıda haylaz çocuklar ve serseri ahlâksız-
lar bulunup, camiin pencerelerinin üstünde ve yakınında
ecnebilerin eğlenceperest seyircileri bulunsa, bir adam o
cami içine girip ve o cemaat içine dahil olsa; eğer güzel
bir seda ile şirin bir tarzda kur’ân’dan bir aşir okusa, o
vakit binler ehl-i hakikatin nazarları ona döner, hüsnüte-
veccühle, manevî bir dua ile, o adama bir sevap kazan-
dırırlar. Yalnız haylaz çocukların ve serseri mülhitlerin ve
tek tük ecnebilerin hoşuna gitmeyecek.
eğer o mübarek camie ve o muazzam cemaat içine o
adam girdiği vakit, süflî ve edepsizce, fuhşa ait şarkıları
bağırıp çağırsa, raks edip zıplasa, o vakit o haylaz çocuk-
ları güldürecek, o serseri ahlâksızları fuhşiyata teşvik et-
tiği için hoşlarına gidecek ve İslâmiyetin kusurunu gör-
mekle mütelezziz olan ecnebilerin istihzakârâne tebes-
sümlerini celp edecek. Fakat umum o muazzam ve mü-
barek cemaatin bütün efradından bir nazar-ı nefret ve
tahkir celp edecektir. esfel-i safilîne sukut derecesinde
nazarlarında alçak görünecektir.
İşte, aynen bu misal gibi, âlem-i İslâm ve Asya, muaz-
zam bir camidir. Ve içinde ehl-i iman ve ehl-i hakikat, o
camideki muhterem cemaattir. o haylaz çocuklar ise,
çocuk akıllı dalkavuklardır. o serseri ahlâksızlar, frenk-
meşrep, milliyetsiz, dinsiz heriflerdir. ecnebi seyircileri
ise, ecnebilerin naşir-i efkârı olan gazetecilerdir. Her bir
Müslüman, hususan ehl-i fazl ve kemal ise, bu camide,
misal:
örnek.
muazzam:
çok büyük.
muhterem:
saygı değer.
mübarek:
bereketli, kutlu, hayır-
lı.
mülhit:
Allah’ı inkâr eden, dinsiz,
imansız.
mütelezziz:
lezzet alan.
naşir-i efkâr:
düşünceleri, fikirle-
ri yayan, neşreden.
nazar:
bakış.
nazar-ı nefret:
nefretle bakmak.
raks etmek:
dans etmek, oyna-
mak.
seda:
ses.
serseri:
boş gezen, gayesiz.
sevap:
mükâfat.
sofa:
evlerde oda kapılarının açıl-
dığı genişçe yer, hol.
sukut:
düşme.
süflî:
aşağılık, bayağı, adî.
şirin:
tatlı.
tahkir:
hakaret etme, aşağılama.
tarz:
biçim, suret, şekil.
teşvik etmek:
isteklendirmek,
özendirmek.
umum:
bütün.
vakit:
zaman.
zat:
kişi, şahıs.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi.
aşir:
Kur’ân’ın on ayetlik bir
parçası.
celp etme:
çekme.
cemaat:
topluluk.
dahil olmak:
katılmak.
dalkavuk:
şaklaban, yaltakçı,
maddî çıkarı için her türlü zil-
leti kabullenen kimse.
derece:
değer, ölçü, aşama.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ecnebi:
yabancı.
edep:
nezaket, güzel terbiye.
efrat:
fertler, şahıslar.
eğlenceperest:
eğlence düş-
künü.
ehl-i fazl ve kemal:
fazilet ve
olgunluk sahibi kimseler.
ehl-i hakikat:
gerçeği bulup
onun peşinden gidenler ve
hak yolda olanlar.
ehl-i iman:
Allah’a ve Al-
lah’tan gelen her şeye ina-
nanlar, mü’minler.
esfel-i safilîn:
aşağıların en
aşağısı.
Frenkmeşrep:
Avrupalılar gi-
bi yaşamak isteyen, onlara
özenen.
fuhşiyat:
çok çirkin, aşağılık,
helâl olmayan işler.
fuhuş:
namusa aykırı hare-
ket; zina, haddini aşma, kötü,
günah sayılan.
haylaz:
yaramaz, serseri.
hoş:
güzel, tatlı.
hususan:
özellikle.
hüsnüteveccüh:
güzel alâka
ve sevme.
İslâmiyet:
Müslümanlık.
istihzakârâne:
alaya alırcası-
na.
manevî:
manaya ait.
meselâ:
misal olarak, örne-
ğin.
Mektubat | 701 |
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup