bu yerin arka tarafında bir zat var ki, sizi cennete davet
ediyor, peygamberdir; onu tanımıyorsunuz.” Bütün tarik-
ler kurdun konuşmasında müttefik olmakla beraber, kuv-
vetli bir tarik olan ebu Hüreyre, ihbarında diyor ki: “Ço-
ban kurda demiş: “Ben gideceğim, fakat kim benim ke-
çilerime bakacak?” zi’b demiş: “Ben bakacağım.” Çoban
ise, çobanlığı kurda devredip gelmiş, resul-i ekrem Aley-
hissalâtü Vesselâmı görmüş, iman etmiş, dönüp gitmiş.
zi’bi çoban bulmuş; zayiat yok. Bir keçi ona kesmiş; çün-
kü ona üstatlık etmiş.”
(1)
• Bir tarikte, rüesa-i kureyşten ebu süfyan ile safvan
bir kurdu gördüler; bir ceylânı takip edip Harem-i Şerife
girdi. kurt dönmüş. sonra taaccüp etmişler. kurt konuş-
muş, risalet-i Ahmediyeyi haber vermiş. ebu süfyan, saf-
van’a demiş ki: “Bu kıssayı kimseye söylemeyelim. kor-
karım, Mekke boşalıp onlara iltihak edecekler.”
(2)
elhâsıl, kurt kıssası kat’î ve manevî mütevatir gibi ka-
naat verir.
ÜçüncüHâdise
:
• Beş altı tarikle, mühim sahabelerden nakledilen ce-
mel hâdisesidir ki: ezcümle, ebu Hüreyre ve sa’lebe bin
Malik ve Cabir ibni Abdullah ve Abdullah ibni Cafer ve
Abdullah ibni ebî evfâ gibi müteaddit tarikler ve o tarik-
lerin başındaki sahabeler, müttefikan haber veriyorlar ki:
deve gelmiş, resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma, ta-
hiyye-i ikram nev’inden secde edip konuşmuş. Ve birkaç
tarikte haber veriliyor ki, o deve bir bağda kızmış, vahşî
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
cemel:
deve.
davet:
çağırma, çağrı.
elhâsıl:
sonuç olarak, özetle.
ezcümle:
bu cümleden olarak,
meselâ.
hâdise:
olay.
Harem-i Şerif:
kâfir ve müşrikle-
rin girmesi yasak olup canlıların
öldürülmesi yasaklanan kutsal Kâ-
be ve civarı.
ihbar:
haber verme, bildirme.
iltihak etmek:
katılmak.
iman:
inanma; İslâm dinini kabul
etme.
kanaat:
görüş, fikir.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
kıssa:
baştan geçen olay, ibret ve
ders verici hâdise.
manevî tevatür:
bir topluluğa ait
olayın o topluluğa ait birisi tara-
fından nakledilmesi ve bu naklin
topluluğun diğer fertleri tarafın-
dan yalanlanmamış olması, söy-
leyenin doğruluğunun, diğerleri-
nin susması şeklinde tasdik edil-
miş olması.
mühim:
önemli.
müteaddit:
birçok, çeşitli.
müttefik:
ittifak etmiş, birleşmiş.
müttefikan:
ittifak ederek, bir-
leşerek.
nakletmek:
aktarmak, anlat-
mak, söylemek.
nev:
tür, çeşit.
Resul-i ekrem:
çok cömert,
kerim ve Allah’ın insanlara bir
elçisi olan Hz. Muhammed.
risalet-i ahmediye:
Peygam-
ber Efendimizin peygamberli-
ği.
rüesa-i kureyş:
Kureyş’in re-
isleri, başkanları, ileri gelenle-
ri.
Sahabe:
Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in mübarek yü-
zünü görmekle şereflenen ve
onun sohbetlerine katılan
mü’min kimse.
secde:
baş eğme.
taaccüp etmek:
şaşmak, hay-
ret etmek, şaşakalmak.
tahiyye-i ikram:
hürmet ve
saygıyla selâmlama.
tarik:
yol; hadisin geliş kanalı.
üstat:
öğretici, hoca.
vahşî:
ürkek, korkak, yabanî.
zat:
şahıs, kişi, fert.
zayiat:
kayıp, zarar.
zi’b:
kurt.
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 262 | Mektubat
1.
Beyhakî, 6:39; Aclûnî, Kenzü’l-Ummal, 12:41; Müsned, 3:83; Tirmizî, 4:476.
2.
Kadı İyaz, Şifa, 1:331; Fethu’r-Rabbanî, 2:240.