tek başkası dikmişti; o tek, meyve vermedi. resul-i ek-
rem Aleyhissalâtü Vesselâm onu çıkardı, yeniden dikti. o
da meyve verdi.
Hem, tavuk yumurtası kadar bir altını, ağzının tükürü-
ğünü ona sürdü, dua etti, selman’a verdi. dedi: “git, Ya-
hudilere ver.” selman-ı Farisî gidip o altından kırk okıy-
yeyi onlara verdi. o tavuk yumurtası kadar olan altın, es-
kisi gibi bâkî kaldı.
(1)
İşte şu vakıa Hazret-i selman-ı pakın sergüzeşte-i ha-
yatının en mühim bir hâdise-i mu’cizekârânesidir; mute-
ber ve mevsuk imamlar haber vermişler.
Üçüncüsü
: ümmü Malik isminde bir sahabiye, “ukke”
denilen küçük bir yağ tulumundan, resul-i ekrem Aley-
hissalâtü Vesselâma yağ hediye ederdi. Bir defa resul-i
ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona dua edip ukkeyi ver-
miş, ferman etmiş ki: “onu boşaltıp sıkmayınız.” ümmü
Malik ukkeyi almış. ne vakit evlâtları yağ isterlerse, bere-
ket-i dua-i nebevî ile, ukkede yağ bulurlardı. Hayli zaman
devam etti. sonra sıktılar, bereket kesildi.
(2)
YedinciMisal
: resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesse-
lâmın duasıyla ve temasıyla suların tatlılaşması ve güzel
koku vermesinin çok hâdiseleri var. İki üç taneyi numu-
ne olarak beyan ederiz.
Birincisi
: İmam-ı Beyhakî başta, ehl-i hadis haber veri-
yorlar ki: Bi’r-i kuba denilen kuyunun suyu bazı kesiliyor-
du, yani bitiyordu. resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm
abdest suyunu içine koyup dua ettikten sonra, kesretle
devam etti, daha hiç kesilmedi.
(3)
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
bâkî:
geride kalan, artakalan.
bereket:
bolluk, Allah vergisi.
bereket-i dua-i Nebevî:
Peygam-
berimizin duasının bereketi, bol-
luğu.
beyan etmek:
anlatmak, açıkla-
mak, bildirmek.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehl-i hadis:
kendini hadis ilmine
vermiş olanlar.
evlât:
çocuk.
ferman:
emir, buyruk.
hâdise:
olay.
hâdise-i mu’cizekârâne:
mu’cizeli
hâdise, harika, olağanüstü olay.
imam:
bir ilimde sözü delil kabul
edilebilecek derecede derin
ve geniş bilgi sahibi olan âlim.
kesret:
çokluk, bolluk, fazla-
lık,
mevsuk:
vesikaya dayanan;
sağlam, inanılır, güvenilir.
misal:
örnek, numune.
muteber:
itibar edilen; güve-
nilir.
mühim:
önemli.
numune:
örnek, misal.
okıyye:
eskiden kullanılan bir
ağırlık birimi, dört yüz dirhem
(1 dirhem = 3gr.)
Resul-i ekrem:
çok cömert,
kerim ve Allah’ın insanlara bir
elçisi olan Hz. Muhammed.
Sahabî:
Sahabeden olan kişi;
Hz. Muhammed’i görmüş ve
onun sohbetinde bulunmuş
mü’min kimse.
sergüzeşte-i hayat:
hayat ma-
cerası.
temas:
değme.
ukke:
tulum, deriden yapılan
kap.
vakıa:
olay.
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 254 | Mektubat
1.
Müsned, 5:441, 442, 6:112, 150, 209; Kadı İyaz, Şifa, 1:332; Hâkim, Müstedrek, 2:16; Heysemî,
Mecmaü’z-Zevaid, 9:332.
2.
Müsned, 3:242, 340, 347; Kadı İyaz, Şifa, 1:332; Müslim, hadis, no: 2280; Beyhakî, 6:113, 123.
3.
Beyhakî, 6:136; Kadı İyaz, Şifa, 1:331; İbni Kesir, el-Bidayeve’n-Nihaye, 6:101.