girelim.” o demiş: “nasıl girelim? Burada bir ağ görüyo-
rum ki, Hazret-i Muhammed tevellüt etmeden bu ağ ya-
pılmış gibidir. Bu iki güvercin işte orada duruyor. Adam
olsa, orada dururlar mı?”
(1)
• İşte bunun gibi, mübarek güvercin taifesi, feth-i Mek-
ke’de dahi resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın başı
üzerinde gölge yaptıklarını, İmam-ı Celil ibni Veheb nak-
lediyor.
(2)
• Hem nakl-i sahih ile Hazret-i Aişe-i sıddıka haber ve-
riyor ki: güvercin gibi, dâcin denilen bir kuş hanemizde
vardı. resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hazır olsa
idi, hiç debelenmezdi, sükûtla dururdu. ne vakit resul-i
ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm çıksa idi, o kuş başlardı
harekete; giderdi, gelirdi, hiç durmuyordu.
(3)
demek o kuş, resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı
dinliyordu, huzurunda temkin ile sükût ederdi.
İkinciHâdise
:
Beş altı tarikle manevî bir tevatür hükmünü almış kurt
hâdisesidir ki, bu kıssa-ı acibe çok tariklerle meşhur sa-
habelerden nakledilmiş. ezcümle, ebu saidi’l-Hudrî ve
seleme ibni ekvâ ve İbni ebî Veheb ve ebu Hüreyre ve
bir vak’a sahibi çoban (Uhban) gibi müteaddit tariklerle
haber veriyorlar ki:
• Bir kurt, keçilerden birisini tutmuş; çoban, kurdun
elinden kurtarmış. zi’b demiş: “Allah’tan korkmadın, be-
nim rızkımı elimden aldın.” Çoban demiş: “Acayip! zi’b
konuşur mu?” zi’b ona demiş: “Acip senin hâlindedir ki,
Mektubat | 261 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
sı şeklinde tasdik edilmiş olması.
meşhur:
tanınmış.
mübarek:
hayırlı, uğurlu.
müteaddit:
birçok, çeşitli.
nakletmek:
aktarmak, anlatmak,
söylemek.
nakl-i sahih:
şüphe duyulmayan,
doğru, gerçek haber bildirilmesi.
Resul-i ekrem:
çok cömert, ke-
rim ve Allah’ın insanlara bir elçisi
olan Hz. Muhammed.
rızık:
yiyecek.
Sahabe:
Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed’in mübarek yüzünü gör-
mekle şereflenen ve onun soh-
betlerine katılan mü’min kimse.
sükût:
susma, sessizlik.
taife:
topluluk.
tarik:
yol; hadisin geliş kanalı.
temkin:
ağırbaşlılık, ihtiyatlı ha-
reket etme.
tevellüt etmek:
doğmak.
vak’a:
olay.
vakit:
zaman.
zi’b:
kurt.
acayip:
şaşırtıcı ve hayret ve-
rici şey.
acip:
şaşılan ve hayret uyan-
dıran şey.
aleyhissalâtü vesselâm:
sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun.
dâcin:
ehlîleştirilebilen bir kuş
cinsi.
ezcümle:
bu cümleden ola-
rak, meselâ.
feth-i Mekke:
Mekke’nin Pey-
gamber Efendimiz tarafından
fethi.
hâdise:
olay.
hane:
ev.
hükmünü almak:
yerine geç-
mek.
kıssa-ı acibe:
hayret veren ib-
retli kıssa, olağanüstü olay.
manevî tevatür:
bir toplulu-
ğa ait olayın o topluluğa ait
birisi tarafından nakledilmesi
ve bu naklin topluluğun diğer
fertleri tarafından yalanlanma-
mış olması, söyleyenin doğ-
ruluğunun, diğerlerinin susma-
1.
Kadı İyaz, Şifa, 1: 313; Beyhakî, 2:213, 214, 471; Heysemî, Mecmaü’z-Zevaid, 6:52-53.
2.
Kadı İyaz, Şifa, 1:313.
3.
Kadı İyaz, Şifa, 1:309; Beyhakî, 6:31.