• Hem Hazret-i ömer’den meşhur bir haberdir ki, de-
miş: Biz resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanın-
da iken, ihtiyar şeklinde, elinde bir asa, “Hâme” isminde
bir cinnî geldi, iman etti. resul-i ekrem Aleyhissalâtü Ves-
selâm, ona kısa surelerden birkaç sureyi ders verdi. der-
sini aldı, gitti.
(1)
Şu ahirki hâdiseye, çendan bazı hadis imamları ilişmiş-
ler. Fakat mühim imamlar, sıhhatine hükmetmişler. Her
ne ise, bu nevide uzun söylemeye lüzum yok; misalleri
çoktur.
Hem deriz ki: resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın
nuruyla, terbiyesiyle ve onun arkasında gitmesiyle, binler
Şeyh-i geylânî gibi aktaplar, asfiyalar, melâikeler ve cin-
lerle görüşmüşler ve konuşuyorlar; ve bu hâdise, yüz te-
vatür derecesinde ve çok kesrettedir.
(2)
evet, ümmet-i
Muhammed’in (
AsM
) melâike ve cinlerle temasları ve te-
kellümleri ise, resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın
terbiye ve irşad-ı i’cazkârânesinin bir eseridir.
ÜÇÜNCÜ Şube:
resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâ-
mın hıfzı ve ismeti, bir mu’cize-i bâhiredir.
(3)
¢ p
SÉ s
ædG n
ø p
e n
? o
ª° p
ü r
© n
j *G n
h
ayet-i kerîmesinin hakikat-i bâ-
hiresi, çok mu’cizatı gösterir.
evet, resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm çıktığı
vakit, değil yalnız bir taifeye, bir kavme, bir kısım ehl-i
siyasete veya bir dine, belki umum padişahlara ve umum
ehl-i dine tek başıyla meydan okudu. Hâlbuki onun
Mektubat | 271 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
hakikat-i bâhire:
apaçık hakikat,
gerçek.
hıfz:
korunma, koruma.
hükmetmek:
karar vermek.
imam:
bir ilimde sözü delil kabul
edilebilecek derecede derin ve ge-
niş bilgi sahibi olan âlim.
iman:
inanma, İslâm dinini kabul
etme.
irşad-ı i’cazkârâne:
mu’cize gös-
terircesine, harika ve olağanüstü
bir biçimde doğru yolu gösterme.
ismet:
günahsızlık, masumluk.
kavim:
aralarında töre, dil ve kül-
tür ortaklığı bulunan boy ve soy
bakımından da birbirine bağlı in-
san topluluğu.
kesret:
çokluk.
melâike:
melekler.
meşhur:
tevatür derecesine vara-
mayan ve her nesilde ravisi iki-
den aşağıya düşmeyen hadisler.
misal:
örnek, numune.
mu’cizat:
mu’cizeler; Allah tara-
fından verilip, yalnız peygamber-
lerin gösterebilecekleri büyük ha-
rika işler.
mu’cize-i bâhire:
apaçık mu’cize.
mühim:
önemli.
nev:
tür, çeşit.
nur:
aydınlık, parlaklık, ışık.
Resul-i ekrem:
çok cömert, ke-
rim ve Allah’ın insanlara bir elçisi
olan Hz. Muhammed.
sıhhat:
doğruluk, gerçeklik.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
taife:
kabile, topluluk, grup.
tekellüm:
konuşma.
temas:
görüşme.
terbiye:
eğitim; İslâm esaslarına
uygun olarak insan düşüncesinin,
tavır, tutum, davranış ve duygu-
larının düzenlenmesi.
tevatür:
bir Hadis-i Şerif’in, yalan
söylemelerini aklın kabulleneme-
yeceği kadar sayı ve sağlamlıkta-
ki bir topluluk tarafından aktarıl-
ması, rivayet edilmesi.
umum:
bütün, genel, tüm.
ümmet-i Muhammed:
Hz. Mu-
hammed’e inanıp onun yolundan
giden Müslümanlar.
vakit:
zaman.
ahir:
son, sonraki.
aktap:
kutuplar; belli bir yer
veya memleketteki evliyanın
başı olan en büyük velî.
aleyhissalâtü vesselâm:
Al-
lah’ın salât ve selâmı onun
üzerine olsun.
asa:
değnek, sopa.
asfiya:
Peygamber Efendimi-
zin vârisi hükmünde olup onun
meslek ve gayelerini hayata
geçirmeye ve uygulamaya ça-
lışan âlim zatlar.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın aye-
ti; azamet ve şerefi olan ayet.
cinnî:
cin taifesinden olan.
çendan:
gerçi, her ne kadar.
ehl-i din:
din sahipleri, dindar
olanlar.
ehl-i siyaset:
ülkenin idare-
siyle meşgul olanlar, siyasetle
uğraşanlar
hadis imamları:
hadis ilmin-
de sözü delil kabul edilebile-
cek derecede derin ve geniş
bilgi sahibi olan âlimler.
hâdise:
vakıa, olay.
1.
Kadı İyaz, Şifa, 1:362; Beyhakî, 5:416, 418; Aclûnî, Kenzü’l-Ummal, 3:166.
2.
İbni Teymiye, et-Tevessülve’l-Vesile, s. 24; İbni Teymiye, Mecmu-iTetava, 11:307.
3.
Allah seni insanlardan korur. (Mâide Suresi: 67.)