Mektubat - page 269

resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm tarif etmiş. ora-
daki cemaat-i sahabe hem ders almış, hem de o zatı iyi
görmüşler. o zat, misafir gibi görünürken, üstünde alâ-
met-i sefer eseri hiç yoktu. kalktı, birden kayboldu. o va-
kit resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş
ki: “size ders vermek için, Cebrail böyle yaptı.”
(1)
• Hem haber-i sahih ile ve haber-i kat’î ile ve manevî
tevatür derecesinde, eimme-i hadis haber veriyorlar ki,
Hazret-i Cebrail’i çok defa, hüsnücemal sahibi olan dıh-
ye suretinde, resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ya-
nında sahabeler görüyorlardı.
(2)
• ezcümle, Hazret-i ömer ve İbni Abbas ve üsame bin
zeyd ve Haris ve Aişe-i sıddıka ve ümmü seleme,
kat’iyen sabittir ki, bunlar kat’iyen haber veriyorlar ki:
“Biz Hazret-i Cebrail’i dıhye suretinde, resul-i ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâmın yanında çok görüyoruz.”
(3)
Acaba hiç mümkün müdür ki, bu zatlar, görmeden, gö-
rüyoruz desinler?
• Hem, nakl-i sahih-i kat’î ile, Aşere-i Mübeşşereden,
İran fatihi sa’d ibni ebî Vakkas haber veriyor ki: gazve-i
Uhud’da, resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın iki
tarafında, iki beyaz libaslı, ona nöbettar gibi, muhafız su-
retinde gördük. İkisi de anlaşıldı ki, meleklerdir. Ve Haz-
ret-i Cebrail ile Mikâil olduğunu anladık.
(4)
Acaba böyle bir kahraman-ı İslâm “gördük” dese; gör-
memek mümkün müdür?
Mektubat | 269 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
fatih:
fetheden, açan; bir ülkeyi
veya bir yeri ele geçiren.
ferman:
buyurma, haber verme,
bilgi verme.
Gazve-i uhud:
Uhud Savaşı.
haber-i kat’î:
doğruluğu kesin olan
haber.
haber-i sahih:
doğru haber.
hüsnücemal:
yüz güzelliği,
kahraman-ı İslâm:
İslâm kahra-
manı.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
libas:
elbise, kıyafet.
manevî tevatür:
bir topluluğa ait
olayın o topluluğa ait birisi tara-
fından nakledilmesi ve bu naklin
topluluğun diğer fertleri tarafın-
dan yalanlanmamış olması, söy-
leyenin doğruluğunun, diğerleri-
nin susması şeklinde tasdik edil-
miş olması.
muhafız:
muhafaza eden, koru-
yan, koruyucu.
nakl-i sahih-i kat’î:
kesinlikle doğ-
ru olan haberi bildirme, aktarma.
nöbettar:
nöbetçi.
Resul-i ekrem:
çok cömert, ke-
rim ve Allah’ın insanlara bir elçisi
olan Hz. Muhammed.
sabit:
doğruluğu ispatlanmış,
kanıtlanmış.
Sahabe:
Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed’in mübarek yüzünü gör-
mekle şereflenen ve onun soh-
betlerine katılan mü’min kimse.
suret:
şekil, biçim; görünüş.
vakit:
zaman.
zat:
şahıs, kişi, fert.
alâmet-i sefer:
yolculuk be-
lirtisi.
aleyhissalâtü vesselâm:
sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun.
aşere-i Mübeşşere:
Peygam-
berimizin hayatta iken cennet
ile müjdelediği on Sahabî.
cemaat-i Sahabe:
Sahabeler
cemaati, Peygamberimizin ar-
kadaşlarının oluşturduğu top-
luluk.
eimme-i hadis:
hadis imam-
ları; hadis ilminde sözü delil
olarak kabul edilen, derin ve
geniş bilgi sahibi âlimler.
ezcümle:
bu cümleden ola-
rak, meselâ.
1.
Buharî, İman: 37; Kadı İyaz, Şifa, 1:341.
2.
Buharî, Fezailü’l-Ashap: 30; Ahmed ibni Hanbel, Fezailü’s-Sahabe (tahkik: Vasiyyullah), no:
1817, 1853, 1918; Müsned, 1:212; Askalanî, İsabe, 1:598; Kadı İyaz, Şifa, 1:361; Beyhakî, 7:52,
87.
3.
Buharî, 4:250; Kadı İyaz, Şifa, 1:361; Beyhakî, 7:52, 87.
4.
Buharî, Megazî: 18, Libas: 24; Müslim, Fezail: 46, 47, no: 2306; Kadı İyaz, Şifa, 1:361.
1...,259,260,261,262,263,264,265,266,267,268 270,271,272,273,274,275,276,277,278,279,...1086
Powered by FlippingBook