• Hem, meşhur şair nâbiğa’nın kıssa-i meşhuresidir ki,
resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanında bir şiiri-
ni okumuş. Şu fıkra:
Gk
ôn
¡r
¶n
e n
?p
d '
P n
¥r
ƒn
a o
ój /
ôo
f És
fp
Gn
h @ Én
æ o
`FBÉ n
æ°n
Sn
h Én
fo
ór
én
e n
ABÉ n
ª° s
ùdG Én
ær
¨n
?n
H
Yani, “
Şerefimizgöğeçıktı;biz,dahaüstüneçıkmakisti-
yoruz.
”
resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, mülâtefe sure-
tinde ferman etti:
? n
Ó r
«n
d Én
Hn
G BÉ n
j n
ø r
`jn
G '
‹p
G
dedi:
$G n
?ƒo
°Sn
Q Én
j p
á s
æn
÷r
G n
‹p
G
. Yani, resul-i ekrem Aley-
hissalâtü Vesselâm, lâtife olarak dedi: “
Göktenöbürta-
rafanereyiistiyorsunki,şiirindeorayıniyetediyorsun?
”
nâbiğa dedi: “
Göklerinfevkinde,cennetegitmekisti-
yoruz
.” sonra, bir manidar şiirini daha okudu.
resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dua etti:
n
?Én
a *G ¢p
†°o
†r
Øn
j n
’
. Yani, “
Seninağzınbozulmasın
.”
İşte, o dua-i nebevînin bereketiyle, o nâbiğa, yüz yir-
mi yaşında bir dişi noksan olmadı. Hatta bazı bir dişi düş-
tüğü vakit, yerine bir daha geliyordu.
(1)
• Hem, nakl-i sahih ile, İmam-ı Ali için dua etmiş ki:
s
ôn
?r
dGn
h s
ôn
?r
G p
¬p
Ør
cG s
ºo
¡
s
?dn
G
Yani,
“yâRab,soğukvesıcağınzah-
metinionagösterme
.”
Mektubat | 249 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
aleyhissalâtü vesselâm:
sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
dua-i Nebevî:
Peygamber du-
ası.
ferman:
emir, buyruk.
fevkinde:
üstünde, üzerinde.
fıkra:
paragraf; kısım, bölüm.
İmam-ı ali:
Hazret-i Ali.
kıssa-i meşhure:
meşhur kıs-
sa, ibret ve ders veren meş-
hur hâdise.
lâtife:
güldürücü güzel söz, in-
ce mana, edep sınırlarını aş-
mayan ince şaka.
manidar:
manalı, anlamlı.
mülâtefe:
şakalaşma, lâtife et-
me.
nakl-i sahih:
şüphe duyulma-
yan, doğru, gerçek haber bil-
dirilmesi.
Rab:
yaratan, besleyen, bü-
yüten, verdiği nimetlerle mah-
lûkatı ıslah terbiye eden Al-
lah.
Resul-i ekrem:
çok cömert,
kerim ve Allah’ın insanlara bir
elçisi olan Hz. Muhammed.
suret:
şekil, biçim, tarz.
vakit:
zaman.
zahmet:
sıkıntı, eziyet.
1.
Müsned, 1:99, 133; İbni Kesir, el-Bidayeve’n-Nihaye, 6:168; Kadı İyaz, Şifa, 1:328.