Bir sual
:
Deni l i yor k i
: “sen çok şeylere mütevatir
dersin. Hâlbuki biz onların çoğunu yeni işitiyoruz. Müte-
vatir bir şey böyle gizli kalmaz?”
El cevap
: Ulema-i şeriat yanında çok mütevatir ve be-
dihî şeyler var ki, onlardan olmayana göre meçhuldür.
ehl-i hadis yanında da çok mütevatir var; sairlerin yanın-
da âhadî de olmuyor. Ve hakeza, her fennin ehl-i ihtisa-
sı, o fenne göre bedihiyatı, nazariyatı beyan edilir. Umum
halk ise, o fennin ehl-i ihtisasına itimat eder, teslim olur
veya içine girer, görür.
Şimdi, haber verdiğimiz hakikî mütevatir veya manevî
mütevatir veya tevatür hükmünde kat’iyeti ifade eden va-
kıalar, hem ehl-i hadis, hem ehl-i şeriat, hem ehl-i usu-
lüddin, hem ekser tabakat-ı ulemada hükmünü öyle gös-
termiş. gaflette bulunan avam ve gözünü kapayan nâ-
danlar bilmezlerse, kabahat onlara aittir.
BeşinciMisal
: İmam-ı Bağavî, tahrici ve tashihi ile
haber veriyor ki:
Aliyyi’bni’l-Hakem’in, gazve-i Hendek’te küffarın dar-
besiyle ayağı kırıldı. resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesse-
lâm meshetti; dakikasında öyle şifa buldu ki, atından in-
medi.
(1)
AltıncıMisal
: Başta İmam-ı Beyhakî, ehl-i hadis
haber veriyorlar ki:
İmam-ı Ali gayet hasta idi. Iztırabından, kendi kendine
dua edip inliyordu. resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm
Mektubat | 241 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
halk:
insanlar.
hüküm:
karar, bir davanın veya
bir meselenin incelenmesinden
sonra varılan karar.
hükmünde:
yerinde, değerinde.
ıztırap:
kuvvetli acı, aşırı sıkıntı.
İmam-ı ali:
Hazret-i Ali.
itimat etmek:
güvenmek.
kabahat:
suç, kusur.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
küffar:
kâfirler, İslâmiyeti inkâr
edenler.
manevî mütevatir:
mana ve
mahiyeti yönünden mütevatir olan.
meçhul:
bilinmeyen.
meshetme:
elle sürme, sıvama,
silme.
misal:
örnek, numune.
mütevatir:
yalan söylemekte bir-
leşmelerini aklın kabul etmeye-
ceği bir topluluğun verdiği haber,
böyle bir topluluğun senedin ba-
şından sonuna kadar yine kendi-
leri gibi bir topluluktan rivayet et-
tikleri sahih hadis.
nâdan:
cahil.
nazariyat:
nazariyeler, ilmî görüş-
ler, düşünceler, teoriler.
Resul-i ekrem:
çok cömert, ke-
rim ve Allah’ın insanlara bir elçisi
olan Hz. Muhammed.
sair:
diğer, başka, öteki.
sual:
soru.
şifa:
iyileşme, sağlığına kavuşma.
tabakat-ı ulema:
âlimler tabaka-
sı, sınıfı.
tahriç:
hadislerin ilk rivayet ede-
nini ortaya çıkarma.
tashih:
düzeltme, yanlışlardan arın-
dırma.
teslim olma:
doğrulama, doğru
olduğunu kabul etme; kendini bı-
rakma, güvenme.
tevatür:
bir Hadis-i Şerif’in, yalan
söylemelerini aklın kabulleneme-
yeceği kadar sayı ve sağlamlıkta-
ki bir topluluk tarafından aktarıl-
ması, rivayet edilmesi.
ulema-i şeriat:
şeriat âlimleri, din
âlimleri.
umum:
bütün.
vakıa:
olay.
âhadî:
tek koldan nakledilen
hadis.
aleyhissalâtü vesselâm:
sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun.
avam:
halkın büyük kısmı, sı-
radan insanlar.
bedihî:
apaçık olan, açık.
bedihiyat:
delil ve ispata ihti-
yacı olmayacak şekilde açık
ve meydanda olan şeyler.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehl-i hadis:
kendini hadis il-
mine vermiş olanlar.
ehl-i ihtisas:
ihtisas sahipleri,
herhangi bir sahada uzman
olanlar.
ehl-i şeriat:
şeriatın hüküm
ve kanunlarını bilen kimseler.
ehl-i usulüddin:
kelâm âlim-
leri, dinin usul ve prensiplerini
bilen kimseler; Allah’ın zat ve
sıfatlarından, peygamberlik,
ahiret ve inançla ilgili diğer
meselelerden İslâmî esaslar
dairesinde bahseden âlimler.
ekser:
pek çok, en çok.
fen:
ilim, sanat.
gaflet:
dikkatsizlik, umursa-
mazlık, ihmal.
hakeza:
bunun gibi, benzeri.
hakikî:
gerçek, aslına uygun,
gerçek olan.
1.
Kadı İyaz, Şifa, 1:323; Beyhakî, 6:185; İbniHacer, 2:507; Aliyyü’l-Karî, Şerhü’ş-Şifa, 1:656.