Lem'alar - page 89

kur’ân’ın hizmetinde çalışan ve insafsız düşmanların hü-
cumuna maruz ve teselli ve temine muhtaç bîçare,
kur’ân’ın hadimlerine ve talebelerine lâkayt kalabilir mi?
Hiç mümkün müdür ki, bizimle münasebettar olmasın?
sekiz, dokuz, belki on beş kuvvetli delilden kat-ı nazar,
edna bir işaret kelâmında bulunsa, bize baktığına delâlet
eder; hafî bir işaret etse kâfidir. Çünkü, makam iktiza edi-
yor, mutabık-ı mukteza-i hâldir ve münasebet kavidir.
ey benimle beraber Hazret-i Şeyhin teveccüh ve duası-
na mazhar kardeşlerim! Şu üstadımız, bizi istikbalde
adem zulümatı içinde düşünüp bizimle meşgul olurken,
biz o mazide mevcut ve nur perdeleri içinde üstadımızı ve
üstadımızın üstadı ve ceddi olan Fahrülâlemîn Aleyhissa-
lâtü Vesselâm efendimizin teveccühlerinden gaflet etmek,
onlara istinat etmemek lâyık mıdır? Madem onlar bizi dü-
şünüyorlar; biz de bütün kuvvet ve ruhumuzla onlara iti-
mat edip ve emirlerine bilâkaydüşart itaat etmeliyiz.
ehl-i dünyanın telsiz, telgraf ve telefonları şarktan gar-
ba gittiği gibi, işte ehl-i hakikatin de maziden, dokuz yüz
sene mesafe-i azîmeden müstakbele böyle manevî tele-
fonları işleyebilir ve manevî teleskopları görebilir. Malûm-
dur ki, zayıf emareler, içtima ettikçe kuvvet bulur, delil
hükmüne geçer. İncecik ipler, içtima ettikçe kopmaz, ha-
lat olur. küllî, umumî kayıtlar, içtima ettikçe hususiyet
peyda edip taayyün eder. Bu sırra binaen, Hazret-i Şey-
hin bu beş satırında sekiz-dokuz kuvvetli işaretin içtima-
ında hiç şek ve şüphe bırakmadı ki, Hazret-i Şeyh,
Lem’aLar | 89 |
S
ekizinci
l
em
a
kat-ı nazar:
dikkate almamak.
kavi:
kuvvetli.
kelâm:
söz.
küllî:
çok fazla, bütüne ait parça-
lardan meydana gelen.
lâkayt:
kayıtsız, ilgisiz.
lâyık:
uygun.
makam:
mevki, yer.
malûm:
bilinen.
maruz:
bir şeyin tesiri altında bu-
lunan.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
mazi:
geçmiş zaman.
mesafe-i azîme:
büyük uzaklık.
meşgul olmak:
ilgilenmek.
mevcut:
var olan.
muhtaç:
ihtiyacı olan.
mutabık-ı mukteza-i hâl:
hâlin
gereğine uygun.
münasebet:
ilgi, alâka.
münasebettar:
ilgili, alâkalı.
müstakbel:
gelecek zaman.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
perde:
örtü.
peyda etmek:
meydana çıkmak.
sır:
gizli hakikat.
şark:
doğu.
şek:
şüphe, tereddüt.
taayyün etmek:
belirlenmek, belli
olmak.
talebe:
öğrenci.
temin:
güvenlik, emniyet hissi
verme, şüphe ve korkuyu gider-
me.
teselli:
güzel sözler söyleyerek ra-
hatlatma.
teveccüh:
yönelme, ilgi; şeyhin
özel bir himmet ve irade ile müri-
dine yönelmesi.
umumî:
umumla ilgili, genel.
zulümat:
karanlıklar.
adem:
yokluk.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât
ve selâm onun üzerine olsun.
bîçare:
çaresiz.
bilâkaydüşart:
kayıtsız şart-
sız.
binaen:
-dan dolayı.
cet:
ata, dede.
delâlet etmek:
delil olmak,
göstermek.
delil:
bürhan.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
edna:
en küçük.
ehl-i dünya:
sadece dünya
hayatı için yaşayan, ahireti dü-
şünmeyen.
ehl-i hakikat:
gerçeği ve doğ-
ruyu bulup onun peşinden gi-
denler.
emare:
belirti, işaret.
emir:
buyruk.
Fahrü’l-Âlemîn:
bütün âlem-
lerin iftihar vesilesi olan Hz.
Muhammed.
gaflet:
gafillik, ihmal, dikkat-
sizlik, Allah’tan uzaklaşıp nef-
sinin arzularına dalmak.
garb:
batı.
hadim:
hizmet eden.
hafî:
gizli.
halat:
kalın ip.
hususiyet:
özellik.
hücum:
saldırı.
hükmüne:
değerine, yerine.
içtima etmek:
toplanmak, bir
araya gelmek.
iktiza etmek:
gerektirmek.
istikbal:
gelecek.
istinat etmek:
dayanmak.
işaret:
nişan, iz.
itaat etmek:
boyun eğmek,
uymak.
itimat etmek:
güvenmek, da-
yanmak.
kâfi:
yeter.
1...,79,80,81,82,83,84,85,86,87,88 90,91,92,93,94,95,96,97,98,99,...1406
Powered by FlippingBook