bir ay şimal-i şark tarafından firar edip, çok enva-ı meha-
lik varken, rusça bilemediğim hâlde, bir muhafaza-i gay-
biye altında pek çok bilâdı seyrüseyahat ettim. tâ Varşo-
va, Avusturya tarikıyla İstanbul’a gelip uzun bir daire-i arz-
da seyahat ettim. Hazret-i gavs’ın dediği gibi, o esaret-i
şarkiye ve o seyr-i bilâd-ı kesîre içinde izn-i İlâhî ile istiga-
seme medet görüyordum. demek izn-i İlâhî ile Hazret-i
gavs, melek gibi bu vazifeyi duasıyla yapmış.
Amma
(1)
Ék
Hp
ôr
¨n
e n
¿Én
c Én
e
kaydı, tarih-i Arabî olarak bin üç
yüz elli bir, meşhur rumî tarihiyle iki sene fark var. İşte,
Hazret-i gavs’ın dediği gibi, bu fakir, tarih-i Arabî ile bin
üç yüz elli birde, şeair-i İslâm içinde mühim tahavvülât za-
manında bütün kuvvetimle şeairin muhafazasına hizmet-
le mükellef olduğum hâlde, o manevî hercümerçteki fırtı-
nalar bizi sarsmadı.
Hem
Ék
Hp
ôr
¨n
e
kelimesi, ahirdeki tenvin ile beraber bin iki
yüz doksan iki eder ki, bu fakirin dünyaya gelmesinden
bir sene evvel; veyahut rahm-ı maderdeki tarihe işaretle
beraber,
Ék
Hp
ôr
¨n
e n
¿Én
c Én
e
bin üç yüz on dört eder. Bin üç yüz
on dört senelerinde mevzu-ı bahis olan müridi, mühim
vartadan kurtulmasına gavs (
rA
) işaret ediyor, “onun im-
dadına yetiştim” diyor. Hayatta olan eski talebelerim bi-
liyorlar ki, bin üç yüz on dört, bin üç yüz on beş-on altı
senelerinde, Van kalesi ki, iki minare yüksekliğinde sırf
dağ gibi bir taştan ibarettir, eskiden kalma oda gibi bir in
kapısına gidiyorduk. Ayağımdan kunduralar kaydı,
Lem’aLar | 95 |
S
ekizinci
l
em
’
a
neş takvimindeki tarih.
seyr-i bilâd-ı kesire:
bir çok ül-
keleri gezmek.
seyrüseyahat:
gezip dolaşmak.
şeair:
İslâm’a sembol olan, bütün
Müslümanları ilgilendiren işler ve
ibadetler.
şeair-i İslâm:
İslâm’a sembol ol-
muş, bütün Müslümanları ilgilen-
diren işler ve ibadetler.
şimal-i şark:
kuzey doğu.
tahavvülât:
değişmeler, dönüş-
meler, başkalaşmalar.
talebe:
öğrenci.
tarih-i arabî:
Hicrî tarih.
tarik:
yol.
tenvin:
Arabca bir kelimenin so-
nunu nun gibi okutmak için ko-
nulan işaret.
varta:
uçurum, büyük tehlike.
vazife:
görev.
ahir:
son.
bilâd:
beldeler, memleketler.
daire-i arz:
arz dairesi, yeryü-
zü.
enva-ı mehalik:
çeşitli ve bir-
çok tehlikeler.
esaret-i şarkiye:
doğudaki
esirlik.
firar:
gizlice kaçma.
Gavs:
velîlerin başında bulu-
nan en büyük velî; Abdülka-
dir Geylânî Hazretleri.
Hazret-i Gavs:
Abdülkadir
Geylânî Hazretleri.
hercümerç:
karışıklık, alt-üst
olma.
ibaret:
meydana gelen, olu-
şan.
istigase:
yardım isteyiş.
izn-i İlâhî:
Allah’ın izni.
manevî:
manaya ait, fikrî.
medet:
yardım.
meşhur:
bilinen.
mevzu-ı bahis:
söz konusu.
muhafaza:
korunma.
muhafaza-i gaybiye:
görün-
meyen bir koruyucunun ko-
ruması.
mühim:
önemli.
mükellef:
vazifeli, görevli.
mürit:
isteyen, arzu eden; şey-
hine ve mürşidine ve onun ira-
desine bağlı olan kişi.
rahm-ı mader:
anne rahmi.
rumî tarih:
Osmanlı devletin-
de malî işlerde kullanılan gü-
1.
Garpta, yani batıda olduğunda.