fakat onların bir kısmı sarahate yakın haber vermişler. di-
ğer bir kısmı, haberleri çendan bir derece müphem, mut-
laktır; fakat bahsettikleri zatlar makam sahibi ve büyük ol-
duklarından, büyüklükleri ve taayyünleri cihetiyle o müp-
hem ihbar-ı gaybîyi, bilistihkak kendilerine almışlar. Me-
selâ, Ahmed Cami (
ks
) demiş ki: “Her dört yüz sene ba-
şında mühim bir Ahmed gelir. Bin tarihi başındaki Ah-
med en mühimidir.” Yani o elfin müceddididir. İşte böy-
le mutlak bir surette söylediği hâlde, İmam-ı rabbanî’nin
(
ks
) büyüklüğü ve teşahhusu, o haber-i gaybîyi kat’iyen
kendine almış. Hazret-i Mevlâna Celâleddin-i rumî de
(
ks
) nakşibendîden müphem bir surette bahsetmiş; fakat
nakşîlerin büyüklüğü ve yüksekliği ve teşahhusları o ha-
beri de bilistihkak kendilerine almışlar.
İşte bu kerametkârâne ihbar-ı gaybî nev’inden gavs-ı
Azam (
ks
) dahi, hizbü’l-kur’ân’dan işarî bir surette haber
verdiği gibi, hizbü’l-kur’ân’ın bir hadimi olan bu bîçare
said’i (
rA
) iki yerde sarahaten haber veriyor. Müphem ve
mutlak bırakmadığının sırrı budur ki: Bu bîçare said, ma-
kam sahibi olmamışken ve büyük değilken ve mutlak ta-
biri teşhis edecek bir teşahhus yokken, lütf-u İlâhî ile, bü-
yük bir makamın hizmetinde bulunmasıdır. Âdeta bir ne-
fer iken, müşiriyet makamı hizmetinde bulunmasıdır. İş-
te küçüklüğü ve ehemmiyetsizliği içindir ki, Hazret-i gavs,
öteki evliyaya muhalif olarak yalnız işaretle kalmayıp, sa-
rahat derecesinde parmağını onun başına basıyor.
bîçare:
çaresiz.
bilistihkak:
hak ederek, hakkıyla.
cihet:
yön.
çendan:
gerçi.
ehemmiyet:
önem.
elf:
bin.
evliya:
velîler, Allah dostları.
haber-i gaybî:
gelecek zamanla
ilgili haber.
hadim:
hizmet eden, hizmetkâr.
hizbü’l-Kur’ân:
Kur’ân’a hizmet
edenler, Kur’ân taraftarları.
ihbar-ı gaybî:
gelecek zamanla il-
S
ekizinci
l
em
’
a
| 102 | Lem’aLar
gili haber verme.
işarî:
işaretle olan.
kat’iyen:
kesin olarak.
kerametkârâne:
kerametli bir
şekilde, olağanüstü.
lütf-u İlâhî:
Allah’ın lütfu, ih-
sanı, yardımı.
makam:
manevî mevki; mev-
ki.
muhalif:
zıt, aykırı, uymayan.
mutlak:
herhangi bir kayda
bağlı olmayan.
müceddit:
Hadis-i Şeriflerde
her yüz senede bir geleceği
bildirilen, dinin hakikatlerini,
asrın ihtiyacına göre ders ve-
ren peygamber vârisi olan
âlim zat.
mühim:
önemli.
müphem:
belirsiz, örtülü, ka-
palı.
müşiriyet:
mareşallik.
Nakşî:
Hz. Şah-ı Nakşibend’in
kurduğu tarikat ve bu tarika-
te bağlı olan.
Nakşibendî:
Şeyh Muhamm-
med Bahaüddin Nakşibend ta-
rafından kurulan, gizli zikirle
Allah sevgisini kalbe nakşet-
meyi esas alan bir ehl-i sün-
net tarikati, nakşibendîlik.
nefer:
rütbesiz asker, er.
nevi:
çeşit, tür.
sarahat:
açıklık.
sarahaten:
açıkça.
suret:
şekil, biçim, tarz.
taayyün:
belli, itibarlı, görü-
nen insanlardan olma.
tabir:
yorum.
teşahhus:
şahsının belirli hale
gelmesi.
teşhis etmek:
tanımak, kim
olduğunu anlama .
zat:
kişi, şahıs.