başla. Sözleri, korkma yaz, söyle.
” Filhakika said (
rA
)
Hürriyetten sonra az bir zamanda mücahedesinde tevak-
kuf etmiş ise, bin üç yüz otuz ikide
İşaratü’l-İ’caz’
ı telif ile
beraber eski said’den sıyrılmak niyet edip Yeni said su-
retinde bütün kuvvetiyle mücahede-i maneviyeye başla-
yıp, iki-üç sene sonra da dârülhikmet-i İslâmiyede bir-iki
sene Hazret-i gavs-ı geylânî’nin şu vasiyetini ve emrini
imtisal ederek envar-ı kur’âniyeyi neşretmiş. lillâhil-
hamd, şimdiye kadar devam ediyor.
Bu şayan-ı hayret fıkrada cây-ı dikkat şu nokta var ki,
Hazret-i gavs, doğrudan doğruya altıncı asırdan şu asrı-
mıza bakıyor. o altıncı asrın ahirlerinde Hülâgû felâketi
gibi feci, dehşetli meşhur fitnenin çok elîm ve feci ve ku-
burdaki emvatı ağlattıracak derecede dehşetli bir nev’i, şu
on dördüncü asırda bulunuyor. Bu iki asır birbirine teva-
fuk ediyor ki, Hazret-i Şeyh ondan buna bakıyor.
Risale-i Nur Talebeleri namına
Re’fet (
rH
), Hüsrev (r.h), Hafız Ali (
rH
),
Sabri (
rH
)
• • •
şu keramet-i Gavsiye münasebetiyle
Üç Nokta beyan edilecek.
BİrİNCİ NOKta:
Hazret-i gavs’ın kasidesinin başın-
da bu beş satırdan evvel, acip, pek garip, çok beliğ, naz-
darâne tahdis-i nimet suretinde bir dava-i iftiharkârâne
ifade eden iki sayfalık kasidesindeki harika davasına delil
olarak bir keramet-i bâhireyi âdeta mu’cizeye yakın bir
Lem’aLar | 85 |
S
ekizinci
l
em
’
a
men uymak.
İşaratü’l-İ’caz:
Bediüzzaman Said
Nursî’nin, Risale-i Nur Külliyatında
yer alan bir eseri.
kaside:
büyük kimseleri ya da
herhangi bir şeyi övmek için ka-
leme alınmış övgü şiiri.
keramet-i bâhire:
apaçık kera-
met.
keramet-i Gavsiye:
Abdülkadir
Geylânî Hazretlerinin kerameti.
kubur:
kabirler, mezarlar.
Lillâhilhamd:
Allah’a hamd olsun
ki.
meşhur:
bilinen.
mu’cize:
peygamberler tarafından
ortaya konulmuş olağanüstü hâl
ve hareket.
mücahede:
savaşma, mücadele.
mücahede-i manevîye:
manevî
olarak yapılan cihad.
münasebet:
vesile; ilgi, alâka.
namına:
adına.
nazdarâne:
nazlı bir şekilde.
neşir:
yayma, herkese duyurma.
nevi:
tür, çeşit.
niyet:
kalbin bir şeye karar ver-
mesi.
suret:
şekil, biçim, tarz.
şayan-ı hayret:
hayret edilecek,
hayret verici.
tahdis-i nimet:
İlâhî nimeti şük-
rederek anlatma.
telif:
kitap yazma.
tevafuk etmek:
uygun gelmek,
denk gelmek.
tevakkuf:
duraklama, durma.
vasiyet:
bir kimsenin öldükten
sonra yapılmasını istediği şeyler
için sağlığında verdiği emir ve ıs-
marlama.
acip:
hayret uyandıran, hay-
rette bırakan.
âdeta:
sanki.
ahir:
son.
asır:
yüzyıl, çağ.
beliğ:
belâgatle, düzgün ola-
rak anlatılan.
beyan etmek:
anlatmak, izah
etmek.
cây-ı dikkat:
dikkat edilecek,
dikkate değer.
Dârülhikmet-i İslâmiye:
İslâm
âleminde ortaya çıkan dinî
meseleleri çözmek gayesiyle
1918-1922 yılları arasında bü-
yük hizmetler yapmış olan
Yüksek İslâm Şûrası manasın-
daki dinî müessese.
dava:
iddia, takip edilen fikir.
dava-i iftiharkârâne:
övünü-
lecek dava.
dehşetli:
korkutucu, korkunç.
delil:
bürhan.
elîm:
çok acı verici, acıklı.
emvat:
ölüler.
envar-ı Kur’âniye:
Kur’ân nur-
ları.
evvel:
önce.
feci:
korkunç.
felâket:
çok büyük zarar ve
sıkıntı doğuran durum.
fıkra:
paragraf, bölüm.
filhakika:
hakikatte, işin doğ-
rusu.
fitne:
karışıklık, fesat.
gafil:
gaflette bulunan, ihmal
eden.
garip:
hayret verici.
harika:
olağanüstü.
hürriyet:
1908 de II. Meşruti-
yetin ilânı ile birlikte gerçek-
leşen yeni sistemin halk ara-
sındaki adı.
ifade etme:
anlatma.
imtisal etmek:
emre tama-