o beş satır, sırf bir keramet ve intak-ı bilhak ve bir ik-
ram-ı İlâhî ve veraset-i nebeviye itibarıyla zuhur etti-
ğinden, mu’cizevari, kudret-i beşer fevkinde bir şekil al-
mış. sun’î, irade-i şeyh ile olduğu değildir; çünkü intak-
tır. ruh-i kudsîsi hissetmiş, görmüş. İrade ve ihtiyâr yeti-
şemiyor. Akıl ise ruhun harekâtını ihata edemez. lisan,
ne kadar aklın dekaik-ı tasavvuratının tercümesinde âciz
ise, ihtiyâr dahi ruhun dekaik-ı harekâtının derkinde o de-
rece âcizdir.
Hazret-i gavs, o derece yüksek bir mertebeye malik ve
o derece harika bir keramete mazhardır ki, kâfirlerin bir
kısmı demiş: “Biz İslâmiyet’i kabul edemiyoruz; fakat Ab-
dülkadir-i geylânî’yi de inkâr edemiyoruz.” Hem evliyayı
inkâr eden Vehhabînin müfrit kısmı dahi Hazret-i Şeyhi
inkâr edemiyorlar. evliya onun derece-i celâletine yetiş-
mediği bütün ehl-i tarikatçe teslim edilmiştir.
İşte böyle güneş gibi bir mu’cize-i Muhammediye Aley-
hissalâtü Vesselâm, yüksek ve sönmez bir barika-i İslâmi-
yet olan bir zat-ı nuranînin, gaybaşina nazarıyla asrımızı
görüp, böyle bir keramet izharıyla teselli verip teşci et-
mek şe’nindendir. Acaba hiç mümkün müdür ki, “sulta-
nü’l-evliya” makamını ihraz etmiş ve hamiyet-i İslâmiye
ile zamanındaki padişahları titretmiş ve kuvve-i kudsiye
ile mazi ve müstakbeli hazır gibi izn-i İlâhî ile görmüş ve
mematında dahi hayatındaki gibi daimî tasarrufu bulun-
duğu tasdik edilmiş olan bir kahraman-ı velâyet, bu asrı-
mıza ve bu asır içindeki kemal-i acz ve zaaf ile
âciz:
zayıf, güçsüz.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
asır:
yüzyıl, çağ.
barika-i İslâmiyet:
İslâmiyet pa-
rıltısı.
daimî:
sürekli, devamlı.
dekaik-ı harekât:
hareketlerin in-
celiği, derinliği.
dekaik-ı tasavvurat:
düşüncele-
rin inceliği, derinliği.
derece-i celâlet:
celâlli oluş, hey-
betlilik derecesi.
derk:
anlama, kavrama.
ehl-i tarikat:
kalbini dünyanın fâ-
nî işlerinden ayırıp, Allah sevgisi
ile bağlayan kimseler.
evliya:
velîler, Allah dostları.
fevkinde:
üstünde.
gaybaşina:
gaybı bilen, gayptan
haberi olan.
hamiyet-i İslâmiye:
İslâm’ı koru-
ma, Müslümanlara sahip çıkma
gayreti.
harekât:
hareketler.
harika:
olağanüstü.
Hazret-i Gavs:
Abdülkadir Geylâ-
nî Hazretleri.
ihata etmek:
kuşatmak.
ihraz etmek:
nail olmak, erişmek,
kazanmak.
ihtiyâr:
tercih, irade.
ikram-ı İlâhî:
Allah’ın ikram ve ih-
sanı.
inkâr etmek:
reddetmek, kabul
etmemek.
intak:
söyletme, söyletilme, ko-
nuşturma.
intak-ı bilhak:
Cenab-ı Hakkın ko-
nuşturması.
irade:
dileme, isteme.
irade-i şeyh:
şeyhin iradesi.
itibarıyla:
bakımından.
izhar:
açığa vurma, gösterme.
izn-i İlâhî:
Allah’ın izni.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
kahraman-ı velâyet:
velâyet kah-
ramanı.
kemal-i acz ve zaaf:
tam bir âciz-
lik ve zayıflık.
keramet:
Allah’ın velî kullarında
görülen olağanüstü hâller.
kudret-i beşer:
insan gücü, kuv-
veti.
kuvve-i kudsiye:
Allah’ın sırları-
nın kendisinde gözüktüğü pey-
S
ekizinci
l
em
’
a
| 88 | Lem’aLar
gamberlerin, velîlerin kuvveti.
lisan:
dil.
makam:
manevî mevki, yer.
malik:
sahip.
mazhar:
nail olmuş, şereflen-
miş, erişmiş.
mazi:
geçmiş zaman.
memat:
ölüm.
mu’cize-i muhammediye:
Peygamberimiz Hz. Muham-
med’in mu’cizesi.
mu’cizevari:
mu’cize gibi.
müfrit:
ifrat eden, aşırıya ka-
çan.
müstakbel:
gelecek zaman.
nazar:
bakış.
padişah:
sultan.
ruh-i kudsî:
mukaddes ruh.
Sultanü’l-evliya:
bütün evli-
yanın sultanı.
sun’î:
tabiî olmayan, yapma.
şe’n:
hâl, tavır, gerek.
tasarruf:
velîlerin Allah’ın izni
dairesinde eşya ve varlıklar
üzerindeki manevî tesirleri.
tasdik:
doğrulama.
tercüme:
çeviri.
teselli vermek:
güzel sözler
söyleyerek rahatlatmak.
teslim etmek:
doğrulama,
doğru olduğunu kabul etme.
teşci etmek:
cesaretlendir-
mek.
Vehhabî:
Muhammed bin Ab-
dülvehhab tarafından geçen
asırda Arabistan’da meydana
getirilen, İslâmî bazı mesele-
lerde aşırı giden mezhep ve
bu mezhepten olan kişi.
veraset-i Nebeviye:
peygam-
ber vârisliği.
zat-ı nuranî:
nurlu zat.
zuhur etmek:
meydana çık-
mak.