İkinc i c ihet
: Bu muannit zamanda, bedihî davaları
ve zahirî hüccetleri kabul etmeyenlere karşı, böyle işarat-ı
gaybiye nev’inden hodfüruşâne bir tarzda izhar etmek
hoşuma gitmemekti.
en nihayet, esaretimin sekizinci senesinde, en işken-
celi ve en sıkıntılı bir zamanda, gayet kuvvetli bir teselli
ve teşvike muhtaç olduğumuzdan bana ihtar edildi ki, bu-
nu, tahdis-i nimet ve bir şükr-i manevî nev’inden izhar et.
Hem korkma, kanaat verecek derecede kuvvetlidir.
Bu izharda en mühim maksadım
, esrar-ı kur’âniyeye
ait olan risalelerin makbuliyetine gavs-ı Azamın imza bas-
ması nev’inden olduğudur.
İkinci maksadım
, o kudsî üstadımın kerametini izhar
etmekle, keramat-ı evliyayı inkâr eden mülhitleri iskât
edip, hizmet-i kur’âniyeye fütur verecek çok esbaba ma-
ruz ve çok avaika hedef olan arkadaşlarımın kuvve-i ma-
neviyesini takviye ve şevklerini tezyit ve füturlarını izale
etmek idi.
Benim için bir nevi hodfüruşluk nev’inden olduğu için
ehemmiyetli zarardır. Fakat o zararımı, o kudsî üstadım
ve arkadaşlarım hatırı için kabul ettim.
Şu “keramet-i gavsiye risalesi” tedricen istihraç edil-
diği için, birkaç parça ve tetimmelere inkısam etti. gittik-
çe, birbirini tenvir ve teyit ettikçe vuzuh peyda ediyor. İşa-
retin bazısında zaaf varsa da, sair arkadaşlarının ittifakın-
dan aldığı kuvvet o zaafı izale eder.
• • •
Lem’aLar | 73 |
S
ekizinci
l
em
’
a
keramet:
Allah’ın velî kullarında
görülen olağanüstü hâller.
Keramet-i Gavsiye risalesi:
Lem’alar’dan Sekizinci Lem’a risa-
lesidir.
kudsî:
Allah’a bağlı, mukaddes,
aziz.
kuvve-i manevîye:
manevî kuv-
vet, moral.
makbuliyet:
beğenilmeye, kabul
olunmaya lâyık olma.
maksat:
gaye, amaç.
maruz:
bir şeyin karşısında, etkisi
altında bulunan.
muannit:
inatçı.
muhtaç:
ihtiyacı olan.
mühim:
önemli.
mülhit:
Allah’ı inkâr eden, dinsiz.
nevi:
tür, çeşit.
nihayet:
son.
peyda etmek:
meydana gelmek.
sair:
diğer, öteki.
şevk:
şiddetli arzu, istek ve he-
ves.
şükr-i manevî:
manevî şükür.
tahdis-i nimet:
Cenab-ı Hakkın
verdiği nimeti şükrederek anlat-
ma, söyleme.
takviye:
kuvvetlendirme.
tarz:
hareket şekli, yol.
tedricen:
derece derece, azar azar.
tenvir:
nurlandırma, ışıklandırma.
teselli:
avutma, güzel sözler söy-
leyerek rahatlatma.
teşvik:
şevklendirme, istek ve ar-
zu uyandırma.
tetimme:
bir konuyu veya eseri
tamamlamak için eklenen kısım.
teyit etmek:
kuvvetlendirmek.
tezyit:
arttırma.
üstat:
öğretici, öğretmen, bir ilim-
de üstün olan kimse.
vuzuh:
açıklık, kolay anlaşılırlık.
zaaf:
zayıflık.
zahirî:
görünen, açık.
avaik:
engeller, zorluklar.
bedihî:
apaçık.
cihet:
yön; sebep.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
ehemmiyetli:
önemli.
esaret:
esirlik.
esbap:
sebepler.
esrar-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
bilgi ve tecrübe ile anlaşılabi-
lecek gizlilikleri.
fütur:
gevşeklik, bezginlik,
usanç.
Gavs-ı azam:
en büyük gavs,
Abdülkadir-i Geylânî Hazretle-
rinin namı.
gayet:
son derece, çok.
hizmet-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın
hizmeti.
hodfüruşâne:
övünerek, ken-
dini beğendirmeye çalışarak.
hodfüruşluk:
kendini beğen-
dirmeye çalışma.
hüccet:
delil.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
inkâr etmek:
kabul etmemek,
inanmamak.
inkısam etmek:
kısımlara ay-
rılmak.
iskât etmek:
susturmak, ce-
vap veremeyecek hâle getir-
mek.
istihraç etmek:
bir şeyden bir
mana çıkarmak.
işarat-ı gaybiye:
bilinmeyen
veya gelecekte olacak bir hâ-
diseye yapılan işaret.
işkence:
eziyet.
ittifak:
birleşme, birlik.
izale etmek:
gidermek, orta-
dan kaldırmak.
izhar etmek:
açığa vurmak,
göstermek.
kanaat:
fikir, görüş.
keramat-ı evliya:
velîlerin ke-
rametleri, olağanüstü hâlleri.