iltimaslarını kabul ederek Mevlâna Halid’i kabul etmiş.
ondan sonra Mevlâna Halid (
ks
) birden parlamış. Bu va-
kıa, ehl-i keşifçe vaki ve meşhut olmuştur. o hâdise-i ru-
haniyeyi, o zaman ehl-i velâyetin bir kısmı müşahede et-
miş, bazı da rüya ile görmüşler.”
üstadımın sözü burada hitam buldu.
İkinci fark şudur ki
: üstadım kendi şahsiyetini mer-
ciiyetten azlediyor, yalnız risale-i nur’u merci gösteriyor.
Hazret-i Mevlâna’nın (
ks
) şahsiyeti ise, kutbü’l-irşat, mer-
cii’l-has ve’l-âmm olmuştur.
Üçüncü fark
: Hazret-i Mevlâna (
ks
), zülcenaheyndir.
Fakat, zamanın muktezasıyla, sünnet-i seniyeye çok
kuvvet vermekle beraber, ilm-i tarikati esas tutmak cihe-
tiyle, tarikati daha ziyade tutmuş. o noktada sarf-ı him-
met etmiş. üstadım ise, şu dehşetli zamanın muktezasıy-
la, ilm-i hakikati ve hakaik-ı imaniye cihetini iltizam ede-
rek, tarikate üçüncü derecede bakmışlar.
El hâs ı l
: Baştaki hadis-i şerifin, “
Her yüz sene başın-
da dini tecdit edecek bir müceddidi gönderiyor
”
(1)
vaad-i
İlâhîsine binaen, Hazret-i Mevlâna Halid, ekser ehl-i ha-
kikatçe, 1200 senesinin, yani on ikinci asrın müceddidi-
dir. Madem tam yüz sene sonra, aynen dört cihette teva-
fuk ederek, risale-i nur eczaları aynı vazifeyi görmüştür;
kanaat verir ki, nass-ı hadis ile, risale-i nur tecdid-i din
hususunda bir müceddit hükmündedir.
Benim üstadım daima diyor ki:
asır:
yüzyıl.
azletmek:
vazifesine son vermek.
binaen:
-den dolayı, dayanarak.
cihet:
yön.
ecza:
cüzler, parçalar.
ehl-i hakikat:
gerçeği bulup onun
peşinden gidenler; Allah adamı.
ehl-i keşif:
bazı sırları, bilinmeyen
hakikatleri, Allah’ın lütuf ve ihsanı
ile bilen velîler.
ehl-i velâyet:
velî olanlar; Allah’ın
dostluğunu kazananlar.
ekser:
pek çok.
elhâsıl:
sonuç olarak, özetle.
hâdise-i ruhaniye:
ruhen yaşanan
olay.
hadis-i şerif:
Hz. Peygamberimi-
zin şerefli sözleri.
hakaik-ı imaniye:
iman hakikat-
leri.
hitam:
son.
husus:
mevzu, konu.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
ilm-i hakikat:
hakikat ilmi.
ilm-i tarikat:
tarikat, tasavvuf il-
mi.
iltimas:
kayırma, koruma.
iltizam:
kendisi için gerekli gör-
me, taraftarlık.
kanaat vermek:
inanmak konu-
sunda fikir vermek.
kutbü’l-irşat:
insanları iman yo-
luna davet eden büyük evliya.
merci:
başvurulacak yer, merkez.
mercii’l-has ve’l-âmm:
halkın ve
idarecilerin, genel başvuru mer-
kezi.
merciiyet:
merkezîlik, kaynak
olan yer.
meşhut:
görünen, şehadet edilen.
mukteza:
gereken.
müceddit:
Hadis-i şerif ile her
yüz senede bir geleceği bildi-
rilen, dinin hakikatlerini, asrın
ihtiyacına göre ders veren
peygamber vârisi olan âlim
zat.
müşahede:
bir şeyi gözle gör-
me, seyretme.
nass-ı hadis:
hadisin açık ve
kesin hükmü.
sarf-ı himmet:
emek verme,
önem verdiği şeyleri kayırma,
koruma, geliştirme konusun-
da çalışma.
sünnet-i seniye:
Peygambe-
rimizin sözlerine, emirlerine ve
hareketlerine dair en yüksek
ve kıymetli hâller.
şahsiyet:
kişilik.
tecdid-i din:
dinin esaslarına
dokunmadan, asrın şartlarına
göre yeni izah ve ispatlarla, in-
sanların anlayışına en uygun
bir şekilde ortaya koyma, yo-
rumlama.
tecdit:
yenileme, tazeleme.
tevafuk:
uygun gelme.
vaad-i İlâhî:
Allah’ın verdiği
söz.
vakıa:
olay.
vaki:
vuku bulan, olan.
vazife:
görev.
zaman:
vakit.
ziyade:
çok, fazla.
zülcenaheyn:
iki taraflı, iki ka-
natlı.
1.
Hakîm, Müstedrek, 4:522; Münavi, Feyzü’l-Kadir, 2:281, hadis no: 1845.
S
ekizinci
l
em
’
a
| 120 | Lem’aLar