“Ben bir neferim, fakat müşir hizmetini görüyorum.
Yani kıymet bende değil, belki kur’ân-ı Hakîm’in feyzin-
den tereşşuh eden risale-i nur eczaları bir müşiriyet-i ma-
neviye hizmetini görüyor.”
üstadımı kızdırmamak için şahsını sena etmiyorum.
Şamlı Hafız Tevfik
• • •
Re’fet Bey ve Hüsrev ve Rüştü gibi Risale-i Nur şa-
kirtlerinin Risale-i Nur bereketine işaret eden bul-
dukları bir tevafuk-ı lâtiftir.
risale-i nur’un Isparta’ya ne derece rahmet olduğuna
delâlet eden bir tevafukat-ı acibe:
risale-i nur’un mazhar olduğu inayatın külliyetinden
mühim bir ferdi de şudur ki: Isparta vilâyeti sekiz sene-
den beri risale-i nur’un müellifini sinesinde saklamıştı ve
Barla gibi şirin bir nahiyesinde, Cenab-ı Hakkın lütuf ve
keremiyle muhafaza etmişti. Bu müddet zarfında yavaş
yavaş intişar eden risale-i nur’dan, binler adam Ispar-
ta’da imanlarını takviye ettiler. Bilhassa gençler pek çok
istifade ve istifaza ettiler.
Vakta ki, üstadımızın Barla gibi lâtif ve şirin bir mahal-
deki sıkıntılı ve pek acıklı ve en katı kalbleri ağlatan iş-
kenceli esareti bitti; risale-i nur’un müellifi olan üstadı-
mızın nazarı Cenab-ı Hakkın inayetiyle Isparta’ya müte-
veccih oldu. evhama düşen bazı zalim ehl-i dünyanın te-
şebbüskârâne harekât-ı zahiriyesi bir sebeb-i adî olarak
üstadımız Isparta’ya getirildi.
Lem’aLar | 121 |
S
ekizinci
l
em
’
a
yerlerin her biri.
nazar:
bakış, yönelme.
nefer:
tek kişi, er.
rahmet:
koruma, şefkat göster-
me, merhamet etme.
sebeb-i âdi:
basit sebep.
sena:
övme.
sinesinde:
içinde, bağrında.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tereşşuh eden:
sızan.
teşebbüskârâne:
bir işe girişerek.
tevafukat-ı acibe:
acayip uygun-
luklar, dikkat çeken benzerlikler.
tevafuk-ı lâtif:
güzel münasebet,
uyumluluk.
vakta ki:
ne zaman ki.
vilâyet:
il.
zalim:
zulmeden, haksızlık eden.
zarfında:
süresince.
bilhassa:
özellikle.
Cenab-ı Hak:
Hakkın tâ ken-
disi olan yüce Allah.
delâlet:
delil olma.
ecza:
cüzler, parçalar.
ehl-i dünya:
dünya adamı,
ahireti düşünmeyen.
esaret:
esirlik, tutsaklık.
evham:
vehimler, kuruntu ve
zanlar.
fert:
tek, benzersiz, ap ayrı
olan.
feyiz:
ilim bolluğu, bereket.
harekât-ı zahiri:
görünüşteki
davranışlar.
inayat:
lütuflar, ihsanlar, yar-
dımlar.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
intişar:
yayılma, neşrolunma.
istifade:
faydalanma.
istifaza etmek:
feyizlenmek,
iman, ilmini elde edip aydın-
lanmak.
kerem:
cömertlik, lütuf, ihsan.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
külliyet:
bütünlük.
lâtif:
hoş, güzel.
lütuf:
ihsan, kerem.
mahal:
yer.
mazhar:
erişme, kavuşma.
muhafaza:
koruma.
müellif:
kitap telif eden, ya-
zar.
mühim:
önemli.
müşir:
mareşal, en yüksek as-
keri ünvan.
müşiriyet-i manevîye:
mane-
vî mareşallık, en üst komutan-
lık.
müteveccih olmak:
bir tarafa
yönelmek.
nahiye:
ilçelere bağlı olarak
bir müdürle yönetilen küçük