ger birisi yolunu kazara bir şaşırtsa, eliyazübillâh, şu
âlem-i şahadet ödü de patlayacak. tesadüfe bağlıdır;
bundan dahi hayır gelmez.
Me’yusâne nazarı o cihetten çevirdik, elîm hayrete
düştük. Başımız da eğildi, sinemizde saklandık. nefsimi-
ze bakarız, mütalâa ederiz.
İşte işitiyoruz: zavallı nefsimizden binlerle hacetlerin
sayhaları geliyor, binlerle fâkatlerin eninleri çıkıyor. te-
selliyi beklerken tevahhuş ediyoruz.
ondan da hayır gelmedi. pek ilticakârâne vicdanımıza
girdik. İçine bakıyoruz, bir çareyi bekleriz. eyvah, yine
bulmayız. Biz medet vermeliyiz.
zira onda görünür; binlerle emelleri, galeyanlı arzular,
heyecanlı hissiyat, kâinata uzanmış. Her birinden titre-
riz, hiç yardım edemeyiz.
o âmâl, sıkışmışlar vücud-i adem içinde; bir tarafı eze-
le, bir tarafı ebede uzanıp gidiyorlar. öyle vüs’atleri var;
ger dünyayı yutarsa o vicdan da tok olmaz.
İşte bu elîm yolda nereye bir başvurduk, onda bir be-
lâ bulduk. zira mağdub ve dâllîn yolları böyle olur. tesa-
düf ve dalâlet o yolda nazarendaz.
o nazarı biz taktık, bu hâle böyle düştük. Şimdi dahi
hâlimiz ki mebde ve meadı, hem sâni ve hem haşri mu-
vakkat unutmuşuz.
Cehennemden beterdir, ondan daha muhriktir, ruhu-
muzu eziyor. zira o şeş cihetten ki onlara başvurduk; öy-
le hâlet almışız.
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 305 |
lemaaT
ma, gözü çevirme.
nefis:
beden, insanın bedensel yö-
nü.
niyaz:
dua, yalvarış.
ödü patlamak:
çok korkmak, kor-
kudan ölmek.
pek dehşetli:
çok korku verici.
sahra-i hail:
korku veren çöl.
sayha:
yüksek ses.
sine:
göğüs.
şeş cihet:
altı yön.
tehacüm:
hücum etme.
tehditkâr:
tehdit edici, korkutucu.
tesadüf:
rastlantı.
teselli:
yatıştırma.
tevahhuş:
korkutma.
vicdan:
insanın iyiyi kötüden ayır-
ma kabiliyeti.
zavallı:
çaresiz.
âlem-i şahadet:
görünen
madde âlemi.
âlem-i vücut:
varlık dünyası.
anasır-ı tabâyi:
tabiatta bulu-
nan unsurlar, dağlar, taşlar ve
varlıklar.
beliyyeler:
belâ ve musibet-
ler.
cihet:
yön.
çare:
fayda, menfaat.
ecram-ı ulviye:
gökteki cisim-
ler, gezegenler, yıldızlar.
elemler:
acı ve üzüntü.
elîm:
acı ve üzüntü verici.
eliyazübillâh:
Allah korusun.
enin:
acı ve üzüntüden inle-
me.
etraf-ı feza:
gök yüzü, uzayın
çevresi.
eyvah:
yok mu kurtaran.
fâkat:
yoksulluk, fakirlik, ihti-
yaç.
ger:
eğer.
gülle:
top mermisi.
güya:
sanki.
hacet:
ihtiyaç.
hayret:
şaşkınlık.
hayır:
fayda.
hiddet:
öfke.
ilticakârâne:
sığınır gibi.
istimdatkârâne:
yardım ister
şekilde.
istitafkârâne:
merhamet iste-
yene yakışır şekilde.
kasiye:
katı, sert.
kazara:
aniden, birden bire,
bir kaza sonucu.
lâkin:
ama, fakat.
medet:
imdat, yardım isteme.
merhamet:
acıma duygusu.
me’yusâne:
ümitsizce.
muztar:
zorda kalma, çaresiz.
mütalâa:
etraflıca inceleme.
naz:
cilve.
nazar:
bakışını çevirme, bak-