Hüda ise şifadır; heva iptal-i histir. Bu da teselli ister,
bu da tegafül ister, bu da meşgale ister, bu da eğlence is-
ter. Hevesat-ı sihirbaz,
tâ vicdanı aldatsın, ruhu tenvim edilsin, tâ elem his-
solmasın. Yoksa o elem-i elîm, vicdanı ihrak eder; fizara
dayanılmaz, elem-i yeis çekilmez.
demek sırat-ı müstakimden ne kadar uzak düşse, o
derece nispeten şu hâlet tesir eder, vicdanı bağırttırır.
Her lezzetin içinde elemi var birer iz.
demek heves, heva, eğlence, sefahatten memzuç
olan şaşaa-i medenî, bu dalâletten gelen şu müthiş sıkın-
tıya bir yalancı merhem, uyutucu zehirbaz.
ey aziz arkadaşım! İkinci yolumuzda, o nuranî tarikte
bir hâleti hissettik. o hâletle oluyor hayat maden-i lez-
zet; âlâm olur lezaiz.
onunla bunu bildik ki, mütefavit derecede, kuvvet-i
iman nispetinde ruha bir hâlet verir. Ceset ruhla mültez-
dir, ruh vicdanla mütelezziz.
Bir saadet-i acile, vicdanda münderiçtir. Bir firdevs-i
manevî, kalbinde mündemiçtir. düşünmekse deşmektir,
şuur ise şiar-ı râz.
Şimdi ne kadar kalp ikaz edilirse, vicdan tahrik edilse,
ruha ihsas verilse, lezzet ziyade olur. Hem de döner ate-
şi nur, şitası yaz.
Vicdanda firdevslerin kapıları açılır; dünya olur bir
cennet. İçinde ruhlarımız, eder pervazüperdaz, olur şeh-
bazüşehnaz, yelpez namazüniyaz.
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 311 |
lemaaT
zet kaynağı.
mağdub:
Allah’ın öfkesini çeken-
ler.
memzuç:
karışık.
merhem:
ilâç.
meşgale:
iş, bir şeylerle uğraşma,
uğraşı.
mizan:
ölçü ve denge.
muhtaç:
ihtiyaç sahibi.
musiki:
müzik.
muztar:
zorda kalma, mecbur ol-
ma.
nispeten:
kıyasla.
nizam:
düzen, sistem.
nuranî tarik:
nurlu, aydınlık yol.
reddetmek:
kabul etmemek.
ruh:
insanın manevî yönü.
sefahat:
akılsızlık, oyun ve eğlen-
ce düşkünlüğü.
sırat-ı müstakim:
doğru yol.
şaşaa-i medenî:
medeniyetin gör-
kemli işleri.
şedit elem:
şiddetli acı.
şifa:
sıhhat.
şuur:
idrak ve bilinç.
tâ:
oraya kadar.
tart etmek:
kovmak.
tegafül:
gaflete düşme, vazifesini
unutma, Allah’ı unutma.
tenvim:
uyutma.
tesadüf:
rastlantı.
tesbih:
Allah’ı her türlü kusurdan
yüce tutarak şanına lâyık ifadeler-
le anma.
teselli:
sakinleştirme.
tesir:
etki.
teskin:
sakinleştirme.
ulvî:
yüce, kudsî.
vicdan:
insanın iyiyi kötüden ayır-
ma duygusu.
vücut:
varlık.
zehirbaz:
zehirleyen.
zira:
çünkü.
âlâm:
üzüntüler, elemler.
âlem-i misalî:
hayalî ve temsi-
lî âlem.
berendaz:
kaldırıp atan.
dalâlet:
sapıklık, doğru yoldan
ayrılma.
dâllîn:
akıl ve ilimle dalâlete
düşenler.
elem:
acı, üzüntü.
elem-i elîm :
acı verici üzüntü.
elem-i yeis:
ümitsizlik acısı.
elîm:
üzücü.
ezkâr:
Allah’ı anmalar, zikirler.
feryadüfizar:
bağırıp çağırma.
fizar:
bağırıp çağırma.
güya:
sanki.
hâlet:
duygu.
hayalî vehim:
hayalimizdeki
kuruntu.
hayat:
canlılık.
heva:
nefsin hoşuna giden
şeyler.
heves:
bayağı arzu ve istekler.
hevesat-ı sihirbaz:
sihirli, cezp
edici, nefsin hoşuna giden iş-
ler.
hikmet:
her şeyin belirli gaye-
lere yönelik olarak. manalı,
faydalı ve tam yerli yerinde ol-
ması.
hiss-i elîm:
acı ve üzüntü ve-
ren duygu.
hissolmak:
tatmak, hisset-
mek, duymak.
hüda:
hidayet yolu, İslâmiyet.
ihrak:
yakmak.
ihsas:
hissettirme.
iman nuru:
imanın aydınlığı.
iptal-i his:
hissi susturmak.
ittifak-ı evhamsaz:
kuruntu
ve vehim veren birliktelik.
iz:
işaret, alâmet.
lezaiz:
lezzetler.
lezzet:
zevk alma.
maden-i lezzet:
zevk ve lez-