Âlim-i mürşit koyun olmalı, kuş olmamalı. Şu kuzusu-
na süt, bu yavrusuna kay verir.
a a a
Batıl şeyleri tasvir, safî zihinleri idlâldir ve cerhdir.
Ba’dehü cerh ve red ile tedavi, ya olur ya olmaz.
Bîçare İstanbul, mütebayin, dâhiyâne prensiplerin tel-
kinat-ı musırrâneleriyle kabiliyet-i telâkkuhiyesini kaybet-
miştir; zihni alüfte olmuştur.
a a a
nisyan bir nimettir, yalnız her günün âlâmını çektirir,
müterakimi unutturur.
a a a
derecat-ı hararet gibi, her musibette de bir derece-i
nimet vardır. daha büyüğünü düşünüp, küçükteki dere-
ce-i nimeti görüp, Allah’a şükretmeli. Yoksa isti’zam ile
üflense şişer, merak edilse ikileşir, kalbdeki misali haki-
kate inkılâp eder.
a a a
ZUlmET-i mÜnEVVErE
efkâr-ı hâzırada cehl-i basiti cehl-i mürekkebe kalbe-
den en mühim sebep, meçhul bir şeye parlak bir isim
takmakla, anladım zannetmek ve meçhul şeyler ona irca
ile izah ettim zannetmektir. Hâlbuki, tarif ya hat ya re-
simle olur. Yoksa vâzıı cahil ve müsemmaya mümas
yeti.
kalbetmek:
bir hâlden bir hâle
döndürmek, değiştirmek, dönüş-
türmek, çevirmek.
kay:
kusuntu.
meçhul:
bilinmeyen, hakkında bil-
gi olmayan.
misal:
benzer, örnek; düş.
musibet:
sıkıntı.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
mümas:
temas eden, dokunan, ili-
şen.
müsemma:
isimlendirilmiş, ad ve-
rilmiş.
mütebayin:
birbirine uymayan,
uyuşmaz, muhalif, zıt, aksi.
müterakim:
biriken, birikmiş, top-
lanmış, yığılmış.
nisyan:
unutma, unutkanlık.
prensip:
temel fikir, temel bilgi,
esas, ilke.
red:
geri verme.
safî:
saf olan, katışıksız, duru.
tarif:
tanıtma, bildirme.
tasvir:
ifade tarzlarıyla anlatma.
tedavi:
iyileştirme.
telkinat-ı musırrâne:
ısrarlı telkin-
ler.
vâzı:
kuran, temel koyan.
zannetmek:
sanmak.
zulmet-i münevvere:
aydınlatıl-
mış karanlık, ışıklı karanlık, ışıklı
görünen karanlık.
âlâm:
kederler, elemler, acılar,
sızılar.
âlim-i mürşit:
irşat eden, yol
gösteren âlim, yol gösterici bil-
gin.
alüfte:
şaşırmış; kendinden
geçmiş; iffetsiz.
ba’dehü:
bundan sonra, on-
dan sonra.
batıl:
doğru olmayan, yalan
yanlış.
bîçare:
çaresiz.
cahil:
bilgisiz.
cehl-i basit:
basit cehalet, bil-
mediğini bilmek suretiyle olan
cahillik, ayıplanmayan cehil.
cehl-i mürekkep:
bilmemekle
beraber, bilmediğini de bilme-
mek, katmerli cahillik, kara ca-
hillik.
cerh:
çürütme.
dâhiyâne:
dâhîcesine, dâhîce,
dâhîye yakışır bir yolda.
derecat-ı hararet:
sıcaklık de-
recesi.
derece-i nimet:
nimet dere-
cesi.
efkâr-ı hâzıra:
şimdiki fikirler;
günümüz düşünceleri.
hakikat:
gerçek.
hâlbuki:
durum şu ki.
hat:
çizgi.
idlâl:
dalâlete götürme, saptır-
ma, doğru yoldan yanlış yolla-
ra çevirme.
inkılâp etmek:
bir hâlden baş-
ka bir hale geçmek, değişmek,
dönüşmek.
irca:
eski haline getirme, eski
durumuna getirme.
isti’zam:
büyütme, büyük
görme.
izah etmek:
açıklamak.
kabiliyet-i telâkkuhiye:
döl-
lenme yeteneği; üreme kabili-
Eski said dönEmi EsErlEri
| 597 |
i
ŞaraT