5.
sivrisineğin gözünü halk eden, güneşi dahi o halk
etmiştir.
(Nokta)
6.
pirenin midesini tanzim eden, Manzume-i Şemsiyeyi
de o tanzim etmiştir.
(Nokta)
7.
kâinatın telifinde öyle bir i’caz var ki, bütün esbab-ı
tabiiye, farz-ı muhal olarak, muktedir birer fail-i muh-
tar olsalar, yine kemal-i acz ile o i’caza karşı secde
ederek,
1
o
º«
p
µ n
?r
G o
õjp
õn
©r
dG n
âr
fn
G n
?s
f p
G BÉ n
æn
d n
In
Qr
óo
b n
’ n
¿Én
ër
Ñ°o
S
di-
yeceklerdir.
(Nokta)
8.
esbaba tesir-i hakikî verilmemiş; vahdet ve celâl öyle
ister. lâkin, mülk cihetinde, esbap dest-i kudrete
perde olmuştur; –izzet ve azamet öyle ister– tâ na-
zar-ı zahirde dest-i kudret mülk cihetindeki umur-i
hasise ile mübaşir görülmesin.
(Nokta)
9.
Mahall-i taallûk-i kudret olan her şeydeki melekûtiyet
ciheti şeffaftır, nezihtir.
(Nokta)
10.
Âlem-i şahadet, avalimü’l-guyûb üstünde tenteneli
bir perdedir.
(Nokta)
11.
Bir noktayı tam yerinde icat etmek için, bütün kâ-
inatı icat edecek bir kudret-i gayr-i mütenahi lâzım-
dır. zira, şu kitab-ı kebir-i kâinatın her bir harfinin,
bahusus zîhayat her bir harfinin, her bir cümlesine
müteveccih birer yüzü, nazır birer gözü vardır.
(Nokta)
âlem-i şahadet:
gözle gördüğü-
müz âlem.
avalimülguyub:
gaybî âlemler.
azamet:
büyüklük, yücelik.
aziz:
muhterem, saygın.
bahusus:
özellikle.
celâl:
büyüklük, azamet, ululuk.
cihet:
sebep, vesile.
dest-i kudret:
Allah’ın güç ve
kudret eli.
esbap:
nedenler, sebepler.
esbab-ı tabiî:
doğal sebepler.
fail-i muhtar:
dilediğini yapmakta
serbest olan.
farz-ı muhal:
olmayacak bir şeyi
olacakmış gibi düşünme, varsa-
yım.
Hakîm:
her şeyi bir maksatla uy-
gun ve hikmetle yaratan, hikmet
sahibi Allah.
halk etmek:
yaratmak.
hikmet:
herkesin bilmediği gizli
sebep; gizli, bilinmeyen nokta, İlâ-
hî gaye.
ibare:
cümle.
icat:
yoktan var etme.
i’caz:
mu’cize oluş.
izzet:
mağlûbiyeti kabul etmeyen
şeref ve yücelik.
kâinat:
evren, bütün âlemler, var-
lıklar.
kemal-i acz:
tam âcizlik.
kitab-ı kebir-i kâinat:
büyük kâi-
nat kitabı.
kudret:
güç, kuvvet.
kudret-i gayr-i mütenahi:
sonsuz
güç ve kuvvet.
lâkin:
ama, fakat.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
mahall-i taallûk-i kudret:
kuvve-
tin tecelli ettiği yer, kudretin ilişkili
olduğu makam.
manzume-i şemsiye:
güneş siste-
mi.
melekûtiyet:
her şeyin doğrudan
Allah’ın ilim, hikmet ve kudretine
bakan, sebeplerin müdahale ede-
mediği aslı, esası, iç yüzü.
muhakkak:
kesin olarak, şüp-
hesiz.
muktedir:
gücü yeten, iktidar
sahibi.
mübaşir:
bizzat yapan.
mülk:
emir ve idare altında
bulundurulan varlık; saltanat.
müteveccih:
yönelen, yönel-
miş.
nazar-ı zahir:
derinliği olma-
yan, sathî bakış.
nazır:
bakan, gözeten.
nezih:
temiz, hoş.
noksan:
eksik.
perde:
örtü, engel.
secde:
baş eğme.
tanzim:
düzenleme, tertiple-
me.
telif:
yazma; yazılma, kaleme
alınma.
tentene:
dantel, tül gibi, ince
ve şeffaf.
tenzih:
Allah’ı şanına lâyık ol-
mayan şeylerden, her türlü
eksik ve noksandan uzak ve
yüce tutma, münezzeh say-
ma.
tesir-i hakikî:
gerçek etki.
umur-i hasise:
küçük ve de-
ğersiz işler.
vahdet:
birlik.
zîhayat:
hayat sahibi.
zira:
çünkü.
H
ikem
-
i
B
ediiYe
| 604 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize verdiğinden başka bizim hiçbir kudreti-
miz yoktur. Muhakkak ki Sen çok yüce olan Aziz ve her şeyi hikmetle yapan Hakîm’sin.