Eski Saîd Dönemi Eserleri - page 593

Şu “said” yetmiş dokuz meyyit, bir hayy-ı natıkın fih-
ristesidir. eğer zamanın suyu donup dursa, mütemessil
olan o said’ler birbirlerini görseler, şiddet-i tehalüften
birbirlerini tanımayacaklardır. Ben onların üstünde yu-
varlandım. Hasenat, lezzat dağıldı kaldı; seyyiat, âlâm
toplandı, yüklendi. nasıl ki, şimdi o merhalelerde daima
ben benim; öyle de, mevtimle, gelecek menzillerde de
yine ben benim. lâkin her senede şu menzilhanelerdeki
zerrat, iki muhaceret-i umumî yaptığından, ene dahi li-
basını değiştirir; yırtılmış said’i atar, yeni said’i giyer.
a a a
İn’ikâs
(HaşİYe)
ya hüviyeti veya hüviyetle hasiyeti veya
hüviyetle mahiyeti tutar.
Birbirinden eltaf ve eşeff, kudretin çok âyineleri var-
dır. Camdan suya, sudan havaya, havadan esîre, esîrden
âlem-i misale, hatta zamana, hatta fikre, ilâahir, tenevvü
ediyor. suda kesifin aksi, aslın aynı değilse, nuranîde
gayrı da değil; havada aynıdır. Hava âyinesinde bir keli-
me milyonlar kelimat olur. kudretin şu matbaasında,
sırr-ı tenasül, kalem-i sun-i İlâhî acip istinsah ediyor.
(1)
n
Ú/
?p
dÉn
îr
dG o
øn
°ùr
Mn
G *G n
?n
QÉn
Ñn
àn
a
a a a
duran, havadan hafif olup ısı ve ışı-
ğı nakleden cevher.
eşeff:
çok parlak, daha şeffaf.
fihriste:
bir şeyin muhtevasını,
içeriğini sırayla gösteren liste.
gayr:
başka, ayrı, diğer, değil.
hasenat:
iyi ameller, iyi işler, ha-
yırlar.
hasiyet:
özellik.
haşiye:
dipnot.
hayy-ı natık:
konuşan canlı.
hüviyet:
benlik, şahsiyet, kimlik.
ilâahir:
sona kadar, sonuna kadar.
in’ikâs:
aksetme, yansıma.
istinsah etmek:
nüshasını yaz-
mak, örneğini çıkarmak, kopya et-
mek.
kalem-i sun-i ilâhî:
İlâhî sanatkâr-
lık kalemi.
kelimat:
kelimeler.
kesif:
katı, yoğun.
kudret:
kuvvet, güç; Allah’ın bü-
tün varlığı çevreleyen ezelî kuvve-
ti.
lâkin:
şu kadar var ki.
lezzat:
lezzetler, tatlar.
libas:
elbise.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, haki-
katı, iç yüzü, bir şeyi tayin eden
asli unsur, neden ibaret olduğu, ni-
telik.
menzil:
yer.
menzilhane:
konak yeri.
merhale:
değişik dönem ve du-
rum, safha.
mevt:
ölüm.
meyyit:
ölü, cenaze.
muhaceret-i umumî:
genel ola-
rak göç etme, umumî göç.
mütemessil:
temsil edilen, görün-
tülenen, cisim şeklinde görünen.
nuranî:
nurlu.
seyyiat:
seyyieler, fenalıklar, kö-
tülükler.
sırr-ı tenasül:
çoğalmanın, üreme-
nin sırrı, gayesi.
şiddet-i tehalüf:
şiddetli bir şekil-
de birbirine zıt olma, muhalif ol-
ma.
tenevvü etmek:
çeşitlenmek, çe-
şit çeşit olmak, çeşitlilik.
Tulûat:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin bir eseri.
zerrat:
atomlar.
acip:
hayret veren, hayrette
bırakan.
ahir:
son.
akis:
görüntü, yansıma.
âlâm:
kederler, elemler, acılar,
sızılar.
âlem-i misal:
bütün varlıkların
ve olayların görüntülerinin
kaydedildiği âlem.
âyine:
ayna.
daima:
sürekli.
eltaf:
daha latif, en lâtif, pek
güzel, hoş (olan).
ene:
ben, benlik.
esîr:
kâinattaki boşlukları dol-
HaşİYe:
tulûat’
ın ahirine dikkat.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 593 |
i
ŞaraT
1.
Yaratıcılık mertebelerinin en güzelinde olan Allah’ın şanı ne yücedir! (Mü’minun Suresi: 14.
1...,583,584,585,586,587,588,589,590,591,592 594,595,596,597,598,599,600,601,602,603,...790
Powered by FlippingBook