(1)
r
ºo
µ
n
d l
ôr
«n
N n
ƒo
gn
h Ék
Är
«n
°T Gƒo
gn
ôr
µ
n
J r
¿n
G À= '
ùn
Y
sırrıyla, bu hâdise
zulmedenlere maddî-manevî cehennemi ve nurculara
dünyevî-uhrevî cenneti kazandırmaya bir sebeptir, inşa-
allah.
Sal i sen:
Bu mektup münasebetiyle dünkü gün yanı-
ma gelen mühim bir resmî memura böyle söyledim ki:
eski said’in sergüzeşte-i hayatından harika üç vakıa,
şimdi tahakkuk etmiş ki, ileride çıkacak risale-i nur’un
kerameti imiş. Şöyle ki:
•
otuz Bir Mart Hâdisesinde Hareket ordusunun Baş-
kumandanı Mahmud Şevket paşa bana karşı fazla hid-
detli iken ve divan-ı Harb-i örfîde beni muhakeme ettik-
leri gün, on beş adam karşımda darağacında asılı bir
vaziyette divan-ı Harb-i örfî reisi Hurşid paşa benden
sordu:
“sen şeriatı istedin mi? İşte şeriatı isteyenler böyle ası-
lırlar.”
Ben de,
•
“Şeriatın bir meselesine bin ruhum olsa feda ede-
rim” dediğim hâlde ve beni mahkûm etmeye pekçok
esbap –muhbirlerin iftiralarıyla– varken, benim müstes-
na bir surette müttefikan beraatıma karar vermeleri…
•
Hem eski Harb-i Umumînin nihayetinde, İstanbul’da
İngilizlerin Başkumandanının eline benim İngiliz aleyhine
şiddetli yazdığım
Hutuvat-ıSitte
ve Başpapazına
Emirdağ Lâhikası – ı | 421 |
mesele:
konu.
muhakeme:
bir dava ile ilgili ta-
rafların hakim huzuruna çıkmaları,
duruşma.
muhbir:
ihbar eden, ihbarcı, gizli
bir şeyi ilgili makamlara bildiren,
jurnalci.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
münasebet:
vesile, -dan dolayı.
müstesna:
ayrı tutularak, hariç,
ayrık.
müttefikan:
ittifak ederek, hep
beraber, birlikte.
nihayet:
son.
Nurcu:
Risale-i Nur’u okuyup yay-
maya çalışan.
reis:
başkan.
resmî:
devlet adına olan.
ruh:
hayat ve canlılık veren şey.
salisen:
üçüncü olarak.
sergüzeşt-i hayat:
hayat mace-
rası, hayat hikâyesi.
sır:
gizli hakikat.
suret:
biçim, tarz.
şeriat:
Allah’ın emri, İlâhî kanun.
tahakkuk:
gerçekleşme, mey-
dana gelme, olma.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait.
vakıa:
vuku bulan, olan şey, olay.
vaziyet:
durum.
zulüm:
haksızlık, eziyet.
aleyh:
karşı, karşıt.
başkumandan:
başkomutan,
bir devletin silahlı kuvvetleri-
nin en yüksek rütbelisi.
beraat:
suçsuzluğun sabit ol-
ması.
darağacı:
idama mahkûm
olanların asıldıkları sehpa, dâr.
divan-ı harb-i Örfî:
Sıkıyöne-
tim Mahkemesi.
dünyevî:
dünyaya ait.
esbap:
nedenler, sebepler, va-
sıtalar.
feda:
gözden çıkarma, uğruna
verme.
hâdise:
olay.
harb-i Umumî:
genel harp,
dünya savaşı.
harika:
olağanüstü vasıflar ta-
şıyan ve hayranlık hissi uyan-
dıran.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
iftira:
aslı olmadan birine suç
yükleme, olmayan bir suçu
başkasına yükleme.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
keramet:
ermişçesine yapılan
iş, hareket veya söylenen söz,
fikir.
maddî:
madde ile alakalı, cis-
manî.
mahkûm:
hüküm giymiş, hü-
kümlü; mecbur, çaresiz.
manevî:
madde dışı olan,
maddî olmayan, manaya ait.
1.
Umulur ki sizin hoş karşılamadığınız birşey hakkınızda hayırlı olabilir. (Bakara Suresi: 216.)