tahkirkârâne sözlerim eline geçtiği hâlde, beni mahvet-
mek yüzde yüz ihtimali varken, hiddetini geri alıp ilişme-
mesi...
•
Hem Ankara’da, divan-ı riyasetinde pekçok mebus-
lar varken Mustafa kemal şiddetli bir hiddetle divan-ı ri-
yasetine girip, bana karşı bağırarak: “seni buraya çağır-
dık ki, bize yüksek fikir beyan edesin. sen geldin, nama-
za dair şeyler yazıp içimize ihtilâf verdin.” Ben de onun
hiddetine karşı dedim: “namaz kılmayan haindir, hainin
hükmü merduddur.” dehşetli bir put kırdım.
Hazır mebus dostlarım telâş ettikleri ve herhalde beni
ezeceklerini tahmin ettikleri sırada, bana karşı bir nevi
tarziye verip o mecliste hiddetini geri alması, âdeta deh-
şetli bir kuvveti ve hakikati hissedip geri çekilmesi, ikin-
ci gün hususî riyaset odasında,
Hücumat-ıSitte
’nin Bi-
rinci desîse içinde bulunan “Meselâ, Ayasofya Camii eh-
li fazl ve kemalden, ilâ ahir...” cümlesinden başlayan, tâ
İkinci desîseye kadar, bir saat tamamen ona söyledim.
Bütün hissiyatını ve prensibini rencide ettiğim hâlde
bana ilişmemesi, hatta taltifime çok çalışması, kat’iyen
bu üç cebbar fevkalâde kumandanların bu üç acip hâlet-
leri, âdeta eski said’den korkmaları, şüphesiz ki risale-i
nur’un, ileride kahraman şakirtlerin şahs-ı manevîsinin
harika bir kuvveti ve risale-i nur’un parlak bir kera-
metidir.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
âdeta:
sanki.
ahir:
son.
beyan:
anlatma, açık söyleme, bil-
dirme, izah.
cebbar:
zorba, zorlayıcı, cebreden,
zor kullanan.
dair:
alakalı, ilgili.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
desise:
hile, oyun, aldatmaca.
divan-ı riyaset:
reislik, başkanlık
makamı.
ehl-i fazl ü kemal:
olgun ve fazi-
letli, erdemli, lütuf sahibi olanlar.
fevkalâde:
alışılmıştan farklı, ola-
ğanüstü, normalin üstünde.
hain:
hıyanet eden, arkadan vu-
ran.
hakikat:
gerçek, bir şeyin aslı,
esası.
hâlet:
hal, durum.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hissiyat:
hisler, duygular.
| 422 | Emirdağ Lâhikası – ı
hususî:
özel.
hüküm:
emir, buyruk, ku-
manda, nüfuz.
ihtilâf:
ayrılık, bir konuda farklı
görüş ve düşünüş, fikir ayrılığı.
ihtimal:
olabilirlik, bir şeyin
olabilmesi mümkün olma,
gerçekleşebilirlik.
ilâahir:
sona kadar, sonuna
kadar.
kat’iyen:
katî olarak, kesin
olarak, kesinlikle.
keramet:
ermişçesine yapılan
iş, hareket veya söylenen söz,
fikir.
mahv:
yok, etme, ortadan kal-
dırma, harap etme, perişan
etme.
mebus:
milletvekili.
merdut:
reddedilmiş, geri çev-
rilmiş.
meselâ:
misal olarak, şunun
gibi, söz gelişi, faraza.
nevi:
çeşit.
prensip:
temel fikir, temel
bilgi, esas, ilke.
put:
tapılan, dokunulmaz, haç.
rencide:
incinmiş, kırılmış, gü-
cendirilmiş.
riyaset:
reislik, başkanlık.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs,
belli bir kişi olmayıp bir cema-
atten meydana gelen manevî
şahıs.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tahkirkârâne:
hakaret eden
kimseye yakışırcasına, hakaret
edercesine.
taltif:
iltifat etme, gönül ok-
şama; rütbe, nişan, para,
mevki vb. şeylerle mükafat-
landırma.
tarziye:
hatalı bir hareketten
dolayı affını isteme, özür di-
leme.