Emirdağ Lâhikası - page 418

nurların erkânlarından bir iki doktor, benim hastalığı-
mın şiddetiyle beraber o halis, sadık zatlara hastalık nok-
tasından müracaat etmeyip ve ilâçlarını da yemeyip çok
ağır hastalıklar içinde onlarla meşveret etmeyerek ve şid-
det-i ihtiyacım ve elemlerim içinde yanıma geldikleri va-
kit, hastalığa dair bahis açmadığımdan endişeli bir merak
onlara geldiğinden, sırlı bir hakikati izhara mecbur ol-
dum. Belki size de faydası var diye yazıyorum. onlara
dedim ki:
Hem gizli düşmanlarım, hem nefsim, şeytanın telki-
niyle zayıf bir damarımı arıyorlar ki, beni onunla yakala-
yıp nurlara tam ihlâs ile hizmetime zarar gelsin.
en zayıf damar ve dehşetli mâni, hastalık damarıdır.
Hastalığa ehemmiyet verdikçe, hiss-i nefs-i cisim galebe
eder; “zarurettir, mecburiyet var” der, ruh ve kalbi sus-
turur, doktoru müstebit bir hâkim gibi yapar ve tavsiye-
lerine ve gösterdiği ilâçlara itaate mecbur ediyor. Bu ise,
fedakârane, ihlâsla hizmete zarar verir.
Hem gizli düşmanlarım da bu zayıf damarımdan istifa-
deye çalışmışlar ve çalışıyorlar. nasıl ki korku ve tamah
ve şan ve şeref cihetinde çalışıyorlar. Çünkü insanın en
zayıf damarı olan “korku” cihetinde bir halt edemediler,
idamlarına beş para vermediğimizi anladılar.
sonra insanın bir zayıf damarı “derd-i maişet ve ta-
mah” cihetinde çok soruşturdular. nihayetinde, o zayıf
damardan bir şey çıkaramadılar. sonra onlarca tahakkuk
etti ki, onlar mukaddesatını feda ettikleri dünya malı,
bahis:
konu.
cihet:
yön, sebep, vesile.
dair:
alakalı, ilgili.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
derd-i maişet:
geçim derdi ve zor-
luğu, geçim sıkıntısı.
ehemmiyet:
önem, değer, kıymet.
erkân:
reisler, ileri gelenler.
feda:
gözden çıkarma, uğruna
verme.
fedakâr:
kendini veya şahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda eden.
galebe:
galip gelme, yenme, üs-
tünlük.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
hâkim:
memleketi idare eden, hü-
kümdar.
halis:
her amelini, yalnız Allah rı-
zası için işleyen.
halt:
karıştırma, hata etme.
hiss-i nefs-i cisim:
cismin kendi-
sine ait duygu.
ihlâs:
bir işi, bir ameli, başka bir
| 418 | Emirdağ Lâhikası – ı
karşılık beklemeksizin, sırf Al-
lah rızası için yapma.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
itaat:
boyun eğme, uyma, alı-
nan emre göre hareket etme.
izhar:
gösterme, açığa vurma.
mâni:
engel.
mecburiyet:
mecbur olma,
zarurîlik durumu, zorunluluk.
meşveret:
müşavere, bir konu
hakkında çeşitli ve ehil şahıs-
lardan fikir alma, danışma.
mukaddesat:
mukaddes, kut-
sal, temiz ve yüce olan şeyler.
müracaat:
başvurma, da-
nışma.
müstebit:
zulüm ve baskıda
bulunan, zorba.
nefis:
şehvet, gazap, fazilet
gibi şeylerin kaynağı.
nihayet:
son, uç, bitim, en-
cam.
ruh:
emir âleminden inerek
insanın kalp boşluğundaki lâtif
cisme binen, özü kavranama-
yan idrak edici sır.
sadık:
sadâkatli, dostluğu ve
bağlılığı içten olan.
sır:
gizli hakikat.
şan:
şöhret, ün.
şeref:
övünülecek, iftihar edi-
lecek şey.
şiddet-i ihtiyaç:
ihtiyacın,
muhtaç olmanın şiddeti, ihti-
yacın çok fazla olması.
tahakkuk:
gerçekleşme, mey-
dana gelme, olma.
tamah:
hırs, aç gözlülük.
telkin:
fikir aşılama, öğüt
verme, zihinde yer ettirme,
kulağına koyma.
zaruret:
zorunluluk, mecburi-
yet.
zat:
kişi, şahıs, fert.
1...,408,409,410,411,412,413,414,415,416,417 419,420,421,422,423,424,425,426,427,428,...1032
Powered by FlippingBook