“İman, Kur’ân ve İslâmiyet hizmetlerinde yeis yani ümitsizlik yoktur, olmamalıdır” diyoruz, söyleyip geliyoruz.
Menfî ve zararlı konuları da gündeme getirmememiz lâzım diyoruz, Evet, doğru, fakat maalesef bulaşıcı hastalıklar gibi İslâm âlemine bir ümitsizlik ve bitmişlik hastalığı hızla yayılmaya başladığı için fazla “tasvir”e girmeden, zihinleri “idlâl” etmeden, bu konulara da değinmek gerekiyor.
Peki, sadece ümitsizlik mi? Doğruluk da bitmeye yüz tutmuş. Anne baba çocuğuna yalancı, millet evlâtlarına doğruyu öğretmiyor, devlet de milletini kandırıyor ve hâkeza... Bu fertleri, bu milleti ve bu devleti yalan dolan ve itimatsızlık tuzağından ancak ve ancak sıdkla kurtarabiliriz ve huzura, saadete ancak doğrulukla kavuşabiliriz.
İslâm’ın ulviyeti, imanın ve Kur’ân’ın teminatı, hak ve halk için adaletin tecelli etmesinin en büyük yardımcısı ve olmazsa olmazı olan adalet, Kaf Dağı’nın ardına gizlenmiş olduğu yerden çıkıp gelmedikçe, bu milletin ve fertlerinin hakları zayi olacak ve hep yerlerde sürünmeye devam edecektir. Çünkü nerede adalet varsa, ancak o zaman orada hayat vardır, vücut vardır, varlık vardır, sükûnet ve saadet vardır.
Öyle bir zaman ki hiç görülmemiş, bu zamana kadar yaşanmamış ve dile getirilmemiş hâller yaşanıyor. Üzerlerine bir vazife bir zorunluluk olmadığı hâlde insanlar adaveti, düşmanlığı seviyor; muhabbete düşmanlık ediyor.
Hâlbuki muhabbete muhabbet edilmeli ve muhabbet kalplere yerleştirilmeye çalışılsın ki düşmanlık ortadan kalksın ve toplum huzur ve saadet iklimine girsin, manen ve ahlâken yücelsin.
İnandığını iddia edeceksin, fakat ne yazık ki inancının tersini yaşayacaksın... Bu böyle giderse bir zaman gelecek, “Allah’ımız bir, bir kitabımız bir, bir Peygamberimiz var” denilecek fakat binlerce yıldır var olan o mukaddes bağ, rabıta ve münasebetlerin manasına aykırı hareket edilecek; Müslümanlar, birbirine yabancı, düşman ve hatta ayrı birer toplum hâline gelecek... Oysa, İslâm ve Müslümanların durumu perişandır; âdeta yağmur taneleri gibi her biri ayrı bir yere düşüp, dağılmakta, kuruyup gitmektedir. Böyle devam ederse, Allah’ın rahmet ve bereketi, mü’minlerin ve bütün insanlığın üstünden kalkacak, herkes yalnızlığa terk edilecektir. Bizler de başımızı ellerimizin arasına alıp düşünmeye devam edeceğiz, bir zamanlar kurduğumuz birlik ve beraberliği yeniden tesis edeceğimiz günü bekleyeceğiz. Ne zaman İslâmiyet’in, Kur’ân’ın, imanın ve insanlığın gerçek değerini ve ehemmiyetini anlayacağımızı, ne zaman bu anlayışla harekete geçeceğimizi düşünmeye devam edeceğiz.
Herkes, başta nefsî olmak üzere, bir zorbalığın, bir tahakküm ve haksızlığın tarafları olma gibi garip hâletlerin peşine düşmüş. Ve kimse, “İslâm’da, Kur’ân’da istibdat yok, kimseyi ezmek ve susturmak yok; hürriyet var, haklar var, eşitlik var. Bunları öğrenelim, bunları yaşayalım” demiyor, diyemiyor.
İnşallah kıyamet kopmadan, ümitvar, doğru, ittihat etmiş, sevmeyi bilen, adaleti herkes için kabul edebilen, kimseye zorbalık yapmayan, kendi gayret ve menfaatlerini milletin gayret ve menfaatlerinden üstün tutmayan Müslümanlar, imanlı, itikadlı insanlar gelir de biz de görürüz.