Ruh, varlığımızın en derin parçası, hayatımıza anlam katan tüm hislerimizin menbaıdır.
İnsanın her ânını şekillendirme istidadına sahip olan bu varlık, bazen huzur ve mutluluğa, bazen de sıkıntı ve kedere sebep olur. Ruh, hayatın her safhasında bedenimize eşlik eden ve onunla birlikte bu dünyada seyahat eden bir şahittir.
İfade âleminde sıklıkla kullanılan ‘ruhsuz adam’, ‘yüksek ruhlu’, ‘alçak ruhlu’ gibi tabirlerle, ruhun insan karakteri üzerindeki etkisi vurgulanır. Ruhun, anlayışı, anlayışsızlığı, mertebesi (ruhun manevî veya ahlâkî seviyesi) ve takdiri (ruhun İlâhî plan içindeki yeri ya da ona biçilen vazife ve sorumlulukları) olan yaratılmış bir varlık olduğu unutulmamalıdır.
Ruhun huzur bulduğu, rahatladığı, zevk ve lezzet duyduğu anlar olduğu gibi; sıkıldığı, bunaldığı ve perişan olduğu anlar da vardır. İnce bir musikîde, bir gülün zarafetinde, bir tatlı nağmede ruhun inceliğini hissedebiliriz. Ancak, karanlık, bedbin bir ruh hâli içinde, kayalardan daha sert, kömürleşmiş ruhlar da bu dünyada varlık gösterir.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle; iman, İslâm ve Kur’ân’ın nuruyla aydınlanmış ruhlar vardır. Bu ruhlar, Allah’ın yolunda ilerler, O’nu (cc) arzular ve daima O’na (cc) şükür içinde yaşarlar. Bazı ruhlar tesbih ve zikirle huzur bulurlar ve “Bana yalnızca Allah’ım, Sübhan’ım yeter” derler. Diğerleri ise sevgi ya da korku ile titreyerek Allah’a yönelir, sadece O’nu (cc) sever ve sadece O’ndan (cc) korkarlar.
Hayat, vücut ve rızık nimeti mevcutsa, ruh bunların her birine can veren, onları anlamlandıran ve insana hissettiren bir varlıktır. Ruh olmadan, ne hayatın ve vücudun kıymeti ne de rızkın mahiyeti ve bereketi tam anlamıyla idrak edilebilir.
Kur’ân ayetlerinde, hadislerde ve İslâm’ın emirlerinde, ruhun tatmin olacağı ve huzur bulacağı birçok güzellik, nimet, zevk ve lezzetler vardır.
Her canlının ruhen tek arzusu, kendisini yaratan, hayat ve vücut bahşeden Allah’a iman etmek ve O’na itaat etmek olmalıdır.”