Bediüzzaman Said Nursi’yi gören ve ondan dua alan Son Şahitlerden Rıdvan Utangaç Ağabey’le Üstadla tanışmasını ve hizmet hikayesini konuştuk. Bursa’nın Aksu köyü’nde yaşayan Rıdvan Ağabey çok özel hatıralarını anlattı…
RÖPORTAJ: Osman Zengin
[email protected]
Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Risale-i Nur’la nasıl tanıştınız?
Ben 1939 yılında bu köyde doğdum. Risale-i Nurlar’ı 1951 yılında Mehmet Fırıncı Ağabey vasıtasıyla tanıdım. Köyümüzde Yaşar Şahin Ağabeyimiz vardı. Ehl-i tarik bir ağabeyimizdi. Risale-i Nurlar’ı da okuyordu. Yaşar Ağabeye sordum; “Bu ağabey kimdir?” “Bediüzzaman Hazretleri’nin talebesidir” dedi. Öyle deyince içimde bir kor gibi ışık oldu. İçime bir ılıklık geldi. Bir alâka duydum. “Bediüzzaman Hazretleri kimdir?” dedim. Yaşar Ağabey, “Kardeşim Bediüzzaman Hazretleri, senin anlayacağın şekilde söyleyeyim; bu zamanda Peygamberimizin vekilidir” dedi.
Bir gün Yaşar Ağabey, Yenişehir’de Nakşi Şeyhi Mehmet Necati Efendi adında bir zat varmış, onu ziyarete gidiyor.
Ona diyor ki; “Şeyhim ben Said Nursî Hazretleri’nin kitaplarını okuyorum, tavsiye eder misiniz? Yoksa okumayayım mı?” Kardeşim otur diyor ve başlıyor söylemeye: Yıllarca önce Osmanlı harbe girdiği zaman bir rüya-ı sadıkada (sadık rüyada) Peygamberimizin (asm) meclisinde, bütün evliyaullah oradaydı. Naçizane ben de o meclisteydim. Orada Peygamberimiz (asm) dedi ki; “Kardeşlerim bu Türkiye’nin Osmanlı’nın hali ne olacak? Kim orada bu hizmeti devam ettirecek? Kim taliptir bu hizmete?” O zaman Bediüzzaman Hazretleri “Ben talibim Ya Resulallah” dedi.
“Şimdi sen bana Bediüzzaman Hazretleri’ni soruyorsun. Ben onu şahsen görmedim. Fakat onun bu zamanın en büyük evliyası, velisi olduğunu biliyorum.
Onu sana şöyle tarif edeyim: O bir güneştir, biz onun yanında bir mum ışığı kadar ışık verebiliriz” diyor. Yaşar Ağabey’e, “Devam et evlâdım, devam et” diyor. Yaşar Ağabey ölünceye kadar Risale-i Nurlar’ı okudu.
Aradan biraz zaman geçtikten sonra Fırıncı Ağabey tekrar geldi. O zaman 12 yaşındaydım. Yaşar Ağabey’in yanındaydım o dönem. O kitaplardan bana da getirir misin? dedim. Fırıncı Ağabey bana Mu’cizat-ı Ahmediye Risalesi’ni, teksir basımı tabiî, o zaman kitaplar basılmıyordu daha. İkinci Şuâ’yı ve Üçüncü Şuâ’yı, bir de Küçük Sözler’i getirdi. Ben de o zaman anlıyorum, anlamıyorum, artık okumaya başladım. Biraz zaman geçti, 1954- 1955 yıllarında Ali Çakmak Ağabeyimiz Bursa’da bu hizmetleri başlattı. O zaman cemaat kalabalık olduğu zaman Cumartesi akşamları 60-70-80 kişi olurdu.
Bursa’da ilk dershane neresi oldu?
İlk dersler bu köyde başladı. Risale-i Nur hizmetleri bu köyde Yaşar Ağabeyin evinde başladı, ondan sonra Bursa’da devam etti. Ali Çakmak Ağabeyimiz deruhte etti bu hizmetleri. Allah ebeden razı olsun inşaallah.
1955-1956 yıllarıydı, biz meyve sebze işleriyle uğraşıyoruz. Hem alım satımını yapıyor, hem de üretiyoruz. O şekilde hizmet yapıyoruz. Benim babam beni okumaya vermedi, yanında babama yardımcı oluyordum. Emirdağ’dan Üstadımıza 8 sene hizmet etmiş Ahmet Urfalı Ağabeyimiz köyümüze geldi. Daha önce birkaç kez görüşmüş, ama konuşmamıştık. “Ağabey hoş geldin, nerelisin?” dedim. Baktım çok halim-selim, çok mütevazı bir insan. “Ben Emirdağlıyım kardeşim” dedi. “Orada Bediüzzaman Hazretleri varmış, sen tanıyor musun?” dedim. “Ben talebesiyim kardeşim” dedi. Ağabey dedim; “Sen eğer beni Bediüzzaman Hazretleri’ne götürüp elini öptürürsen, duâsını aldırırsan ben senin bir kamyon meyveni bu köyden toplayacağım, senin arabana sardıracağım, göndereceğim” dedim. Tamam kardeşim dedi. Ve öyle yaptık. Bir kamyon, armuttur, kestanedir, cevizdir, o meyvelerden köyümüzden topladık, kamyona yükledik gitti.
Aradan yıllar geçti, 1958 senesi, 17 Kasım 1958 günlerden Salı günüydü, Emirdağ’ın pazarıydı. Ben bir gün evvel gittim oraya. Ahmet Ağabey’i görmeden o gece otelde kaldım, sabah ezanı okunuyordu, orada yakın bir cami var, camiye gittim, namazımı kıldım. Azıcık geri kaldım namazda, hoca bana doğru yavaş yavaş geldi, “Kardeşim hoş geldin, Üstadı mı ziyarete geldin?” dedi. “Evet, siz nereden biliyorsunuz?” dedim. “Biz tahmin ederiz” dedi. “Benim adım Mustafa Acet” dedi. Risale-i Nurlar’ı yazan ağabeyimiz ve kabri bugün Medine-i Münevvere’de. “Ben şimdi seni götüreceğim” dedi. Mehmet Çalışkan Ağabey’in orada 3 tane büyük mağazası var. Mehmet Çalışkan Abi ve iki kardeşi var. Bu 3 kardeş bütün Emirdağ’ın (Emirdağ o zaman 10-15 bin nüfuslu bir yer, şimdi 150 bin nüfusu var) ihtiyaçlarını karşılıyor. Beni Mehmet Çalışkan Ağabey’e götürdü. (Ceylan Çalışkan Ağabey’in babasına, Ceylan Çalışkan Ağabey Üstadımızın şoförüydü.) Bize çay ikram etti, bisküvi koydu.
Orada Ceylan Ağabey geldi. Sabah saat 7.00, 7.30 gibiydi. Baba biz gidiyoruz dedi. Mehmet Çalışkan Ağabey, “Bak gidiyorsunuz, ama Bursa’dan gelmiş bu kardeşimiz. Üstadımızı görmek istiyor. Oradaki kardeşlerin selâmlarını getirmiş. Mutlaka Üstadımızla görüştür, ondan sonra git” dedi. O zaman Ceylan Ağabey bana tarif etti, yakın zaten; kardeşim sen koşa koşa git dedi. Beni gönderdi. Ben gittim, kapıyı çaldım. Ahmet Ağabey çıktı. “Akşam niçin gelmedin” dedi. Rahatsız etmek istemedim dedim. Caminin oraya gittik.
Ahmet Urfalı Ağabeyin evi de hemen yakın, o zaman 3- 4 tane küçük çocukları var. Onları Üstadımız sevmeden geçmezmiş. Hatta birine tayinat bağlamış, ayda 1 lira veriyormuş. Büyük kızına, daha yaşıyor o. Ben oraya gittim, Ahmet Ağabey bir sandalye getirdi. Baktık araba karşıdan gözüktü. Yavaş yavaş geldi, orada durdu. Çocuklar böyle karşıda duruyorlar, ben de orada sandalyenin dibindeyim. Zübeyir Ağabey kapısını açtı, Bayram Ağabey önde oturuyordu, şoförlüğünü Ceylan Ağabey yapıyordu. Üstadımızı indirdi, sandalyeye oturtturdu. Hemen kimse gelmeden ben gittim, “Selamun aleyküm Üstadım” dedim. “Aleykümselâm” dedi. Eline sarıldım, 4-5 dakika duâ ettiğini hissettim, duâ etti bana. Duâ bittikten sonra, bir eliyle de sırtımı sıvazlıyor. Kardeşim “Sen nereden geldin?” dedi. “Üstadım, Bursa’dan geldim” dedim. “Maşaallah, barekallah. Evlâdım, Bursa öyle bir yer ki; altı da evliya, üstü de evliya. Öyle mübarek bir yerde yaşıyorsunuz. Cenab-ı Allah bana orasını nasip etmedi, ama Osmanlı payitahtına gelmiştim.” dedi. “Risaleleri okuyor musunuz evlâdım” dedi. Okuyoruz dedim. “Okuyun, okutun, okunmasına vesile olun inşallah” dedi. “Senin ismin ne evlâdım?” dedi. Benim adım Erdoğan dedim. “Ben onu değiştirsem olur mu evlâdım?” dedi. Olur Üstadım dedim. “Ben senin ismini Rıdvan olarak değiştiriyorum, inşaallah bu ismi taşırsın evlâdım” dedi. Böyle bir 10- 15 dakika Üstadımızla görüşmemiz oldu.
Bu görüşmeden sonra Üstadımız, gitti. Ahmet Ağabey’le evine doğru gidiyoruz. Giderken Ahmet Ağabey bir noktada durdu. “Bak kardeşim, burada Üstadımız bir gün at arabasıyla kırlara doğru giderken ben de yanındaydım, bir sarhoş burada durdu, arabayı durdurdu Üstadımızın elini öpmek istedi, öptü” dedi. “Hocam, bana da bir duâ eder misin? Beni bu illetten Cenab-ı Allah kurtarsın” demiş. Üstadımız duâ etmiş ve demiş ki: “İşte kardeşlerim, biz öyle bir dâvâya mensubuz ki, bu da kurtuldu, bu da kurtuldu, bu da kurtuldu.” 3 sefer söylemiş. Oradan devam ettik.
O günlerden bugünlere elhamdülillah, hizmetlerde devam ediyoruz. Üstadımızın bereketi ile Şam’ı da gezdik. Humus’ta Cami-ül Emevi’de 2011’de Üstadımızın orayı ziyaretinin 100. yıl dönümünde Yeni Asya Gazetesi program tertip etmişti. 500 kişi civarında katıldı. Mehmet Kutlular da vardı, orada bir ders yaptı. Dost Tv’den Seyfettin Bulut o da röportaj yaptı. Onları kayda aldı Elhamdülillah. Çok güzel bir program oldu.
Bursa’da bu hizmetlere en çok yakın olan, Allah ondan ebeden razı olsun, İhsan Paşalıoğlu kardeşimiz, Türkiye’de ne kadar mekânı varsa Üstadımızın, hepsini bana teker teker gezdirdi. Sarıyer’deki Şükrü Paşa Konağı’nı gezdirdi, Urfa’daki mekânlarını gezdirdi, Şam’daki mekânlarını gezdirdi. Bursa’da hizmet denilince Paşalıoğlu akla gelirdi. Allah gani gani rahmet etsin, Allah ondan ebeden razı olsun, kabrini, mekânını Cennet etsin. İnşaallah Peygamberimize (asm), Üstadımıza komşu eylesin.
Yeni Asya ile ilgili neler söylemek istersiniz?
O zamanlar ben meyve ticareti yaptığım için hale çok gidip geliyordum. İstanbul haline. Kirazlı Mescit Sokağı’ndaki dershane, yani Nur’un ilk hizmet merkezi. Orada Zübeyir Ağabey, Ceylan Ağabey, Bayram Ağabey, Sungur Ağabey, Abdullah Yeğin Ağabey, Kutlular Ağabey, Birinci Ağabey, Fırıncı Ağabey hep beraber orada kalıyorlardı. Mehmet Kutlular’ı orada tanıdım. Ankara’da Kocatepe Camii Mevlidleri oluyordu. O zaman deprem olmuştu. Gazeteciler sordular; Beyefendi bu depremin sırrı nedir? Ne dersiniz bu deprem için? “Kardeşim bu bir İlâhî ikazdır” dedi. Ben de o zaman onun yanındaydım. Bu söz için hapiste yattı. Mücahit bir kardeşimizdi, Allah ebeden razı olsun.
O zaman bir gazete çıkarmak düşünüldü. Rahmetli Zübeyir Ağabey, bir lahana yaprağı kadar da olsa gazete çıkarılmalı diyordu. Yukarıda küçücük bir odası vardı, orada bana ayrıca ders verirdi. Beni severdi, sohbet ederdi. Kardeşim bu hizmetlerden sakın sakın fütur getirme, bu hizmetleri anlatabildiğin kadar insanlara anlat, bunlardan kendine pay çıkarma, bu hizmetlere devam et. Allah razı olsun gazetenin çıkmasına vesile oldu. Gazeteyi cemaat çıkaracak. Cemaatin parasıyla çıkacak dedi. Herkes karınca kararınca, 3’er 5’er paralar toplandı. Elhamdülillah o günden bugüne kim ne derse desin, Nur hizmetinin öncüsüdür, bayrağıdır gazetemiz.
Cemaatimiz içerisinde hangi kolda olursa olsun, hepsini seviyorum, mesafe yok. Madem ki bu kırmızı kitapları okuyorlar, Nurlar’ı okuyorlar, hepsi bizim kardeşimizdir. Allah hepsinden razı olsun.
Gazetenin ilk çıktığı zamandaki politikasıyla şimdiki arasında fark var mı?
Fark yok, diyorlar ki siyaset… Hayır, bu gazete siyasî gazete değil. Buna siyasî diyenler yanlış konuşuyorlar ve gazetemize iftira atıyorlar. Bu kesinlikle siyaset gazetesi değil. Allah razı olsun gazetemizden, inşaallah ebediyete kadar Cenab-ı Allah bu hizmeti devam ettirecek. Hizmet ehli kardeşlerimizin günden güne sayıları artıyor…