Meşhûr bir hadis var, şu herkesin bildiği, Arapça şu “Men reâ minküm…” ile başlayan…
Kısaltılmış ismi Hamâs olan, şu “İslâmî Direniş Hareketi”nin Siyasî Şube Sorumlusu/Başkanı İsmail Heniyye’nin, hem de İran’ın başkenti şu Tahran’da, üstelik İran Devrim Muhafızları’nın kontrolü, hem de korumasında olan, şu “güvenlik düzeyi” en yüksek bir binada, bombalı “suikastle” gerçekleştirilen şu “meşum” şehadeti, yukarıdaki hadisin “tamamını” yeniden yeniye bana düşündürdü…
Kısaca şu hadis bize ifade ediyor ki: Sizden herhangi biriniz, bir “münker” gördüğünde, yani Allah’ın yasak ettiği bir şeyle (günah, zulüm, haksızlık) karşılaştığında, onu şu “eli” ile düzeltsin, ona mâni’ olsun. Eğer buna şu “gücü” ya da “cesareti” veyahut şu “imkânı” yetmezse, onu şu “dili” ile, şu “lisanı” ile düzeltsin. Eğer buna da “gücü” ya da “cesareti” yok, şu “imkân” ve “şerâiti” de “nâmüsait” ise, o zaman şu “kalbiyle” buğzetsin, şu içinden, şu gönlünden ona karşı çıksın, düşmanlık göstersin, ki bu da, bu sonuncusu ise “İman”nın şu “en zayıf” şu “en sönük” derecesidir…
Daha önce de yazmıştım… Dünyada, günümüz itibariyle, elân, şu İslâm İşbirliği Teşkilatı’na (İİT) bağlı tam 57 tane şu “İslâm Devleti”miz var… Ve ona bağlı olarak da, şu 2 Milyar’a yakın, şu “sayıca” o kadar çok, şu o kadar sayıda şu “Müslüman”larımız var…
Dünya Petrol Üretiminin şu % 65’ni, başta Suudi Arabistan, Irak, İran ve Azerbaycan olmak üzere şu “İslâm” ülkeleri sağlamakta...
Meselâ Suudi Arabistan Devleti, 257 Milyar varillik rezervi ile tek başına, Dünya Toplam Petrol Rezervinin, yaklaşık şu % 27’sini elinde tutmakta...
Meselâ şu yakın zamana kadar, şu Adana Yumurtalık ve de Mersin Limanlarımızdan, şu yerli, hem de tamamen millî, ama nedense şu “yabancı bandıralı” tankerlerle şu İsrail’in şu Hayfa, hem de Aşdod limanlarına taşıdığımız, Azerbaycan Petrol şirketi SOCAR tarafından işletilen Azerbaycan Petrolü, yine şu an, başka, şu “üçüncü ülkelerin” tankerleri ile yine İsrail’in şu Hayfa, hem de Aşdod limanlarına taşınmakta..
Bizler mi dediniz?.. Bizler de, şu “Müslüman” Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, şu Bakü’den başlayıp, uzunca şu topraklarımızdan geçen ve Adana Yumurtalık’ta son bulan şu Petrol Boru Hattı’nın şu “ev sahipliğini” yaptığımızdan ötürü, şu “kirasını” almaya “hâlen” devam etmekteyiz…
Yani, 7 Ekim 2023’ten bu yana şu Gazze’ye atılan her bombada, onun sebebiyle öldürülen, çoğu kadın, asıl da şu çocuk, şu 40 bin Gazzeli “Masumların” şu şehadetlerinde, en azından, şu “en hafif” tabiriyle şu “aracılık” gibi büyük bir “günahımız” var ve bu hâlen “devam” etmekte…
Toplamda -o da 1948’den bu yana periyodik bir şekilde devam eden şu “haksız” toprak ihlâlleri ve şu “ilhâkları” ile- sadece “20 bin kilometrekare” civarında bir toprağa ve ancak 10 milyon kadar bir nüfûsa henüz sahip, Ortadoğu’da en küçük bir devlet olan İsrail’in ise, şu ihtiyaçlarını temin edeceği, ne bir petrolü ne de ciddiye alınacak bir tarım üretimi var, şu en hayatî ihtiyacı olan “su” başta olmak üzere, hemen her şeyi dışarıdan “ithal” etmek zorunda…
Ve İsrail’in şu zulmünü, şu hunharlığını, Hollanda’nın şu Lahey şehrinde bulunan Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) götürüp, İsrail Devleti için şu “ihtiyat-i tedbir” kararı ile Başbakan Netanyahu ve Savunma Bakanı Galant hakkında “yakalama kararı” çıkartmak/ çıkarttırmak ise, ne yazık ki, şu çokluğu ile şu “çokça” övündüğümüz, 57 “Müslüman” ülkemizden, şu isimlerini saymakta zorlandığımız devletimizden herhangi birisine değil, bizim şu halk dilinde “gâvur” diye nitelediğimiz, öylece “tesmiye” ettiğimiz, şu “kâhir” ekseriyeti Hristiyanlardan “müteşekkil” bir devlet olan, adını şu pek de duymadığımız, şu “ırkçılıkla” mücadele uğruna, şu “İnsan Hakları” adına “tam 27 senesini” şu “zindan”da, şu “hapislerde” geçirip, “en büyük” bir bedel ödeyen, 1990 yılında şu “özgürlüğüne” kavuşup, 1994’te yapılan genel seçimlerde ülkenin “ilk siyahî başkanı” seçilen meşhur aktivist Nelson Mandela’nın memleketi olan Güney Afrika Cumhuriyeti’ne nasip oldu…
Ve bizler (Bu yazı kaleme alındığı tarih itibariyle), şu Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, üzerinden şu kadar süre geçtiği hâlde, şu Lahey Adalet Divanı’nın bu “önemli” kararın altına “hâlen”, her nedense, şu “imza” koymadık, daha doğrusu belki de koyamadık…
Bakmayın siz, şu siyasilerin, tamamen şu “iç siyasete dönük” şu siyasî salvolarına, şu hamasî nutuklarına…
Ziya Paşa’nın dediği gibi…
Âyinesi, “iş”tir kişinin; şu “lâf”a bakılmaz.. vesselâm...