Bir iş ve olaya başlamak yol almak ve netice almak ister insanoğlu. Başlangıçlar çoğu zaman zordur.
Bir irade, güç, kuvvet, yürek ister. Zamanımızda daha da zordur. Cesaret, tecrübe, güç yetmez çoğu zaman. Mutluluk ve isabetli yol, neticenin Allah’ın irade, hikmet ve arzusunda olduğuna inanmaktır. Bunun da yolu; başlangıçtaki teenni, dikkat, tecrübe, fıtrata bağlılık, sondaki tevekküldür... Sağlam, istikametli doğru tarz Allah’ın arzusuna uygun olandır. Nurlu geleceği hedefleyenler, bağrını ve gönlünü cesur ağlarla örenlerdir. Cesur adımlar atacak ayaklara sahip olmak, bir nasip meselesidir. Önemli olan nimetlerin kıymetini bilmek, nankörlük etmeden, O’nun verdiği güçle, O’nun yoluna onları adayabilmektir. Neticede; “Güzelsin!” hitabını duymak, sesin bize ait olmadığını, konuşan dilin bizim olmadığının farkında olmak! Büyük bir nimettir.“Vermek istemeseydi, istemek vermezdi.” Hakikatinin farkındalığı bir fazilettir.
Hayır ve şerrin mutlak manada, O’ndan olduğuna inanmak, zahiren “zulüm” gibi görünen “kahırların da” mutlaka hak olduğu ve yaptıklarımızın bedelleri olduğu inancı şikâyeti kaldırır. Kahır ve musibet görünenler; zulüm değil karşılık, bedel ve manevi temizliktir.
Muhtaçlığı tevekkülle karşılamak, O’nun kudretinin her şeyi kapsadığını, herkesin her türlü ihtiyacını hikmetine uygun zamanda ve zeminde ihsan ettiğine iman etmek! Her şeye rağmen şükretmeyi de yine O’nun kudreti, hikmeti, rahmetinin gereği olarak yapılabildiğini anlamak. O’nu unutup, “Ben!”liği öne çıkarmak! Asıl felâket, bela, dert, problem ve arızadır!”Ben” lerin saltanatı olan mekân ve makamlar felâketlerin en büyüğüdür. Oralar, sevap, hayır, rahmet, hasenatın uğramadığı: tahribatın, çoraklığın, karanlığın saltanat diyarlarıdır!
“Benlik” aslında içi boş büyük bir naylon balon saltanatıdır. O coğrafyada, acizlik, çaresizlik, ümitsizlik, istibdat, tahribat, karamsarlık, şikâyet, bahane ve çoraklık vardır. Acizliğini göremeyecek kadar gözü kararmış benlik ve enaniyet ikliminden müspet manada bir şey beklemek abesle iştigaldir.
Vücut memleketinin bütün azaları, “Hak” namına kullanıldığı zaman bir mana taşır. Kâinattaki yokluğa giden enerjiyle “hak” yolundaki hizmetlerin çatıştığı nokta; “Hak”tan sapma, “benliğe,” bürünme noktasıdır. Bunların mahiyeti anlaşılmazsa sağlıklı ve müspet yol bulunamaz. Bu nokta: “İlahilik” ile ”arziliğin” ayrılma ve kırılma noktasıdır!
Hayatın, fıtratın gayesi ve hamuru olan ince çizgi ve hat, her ferdin cüzi iradesi, tercihi ömürlük kaderidir. Neticesi de: ya “sultanlık” veya “yılanlığı” kazanmak oluyor.
Yaratılışta katkıda bulunmadığımız, bize sorulmayan bütün muazzam cihazları nerde, nasıl, hangi maksatla kullanılmasında insana düşen; sadece hakkın rızası ve iradesine uygun tercihtir. Emeğimiz olmayan bunca nimetlere karşı iddiada bulunma ve övünme hakkımız yoktur. Çünkü dehaletimiz yoktur. Sadece şükür ve tahdisi nimete hakkımız olabilir. İnsana düşen emanete hıyanet etmemektir. Var olmanın, sahip olmanın hakkını ifa etmek kulluk ve vefa borcunu yerine getirmektir! Güç, güzellik, şefkat Onundur ve O’ndandır! Bütün aza ve organlar O’nundur ve O’ndandır!
Yalan olan, “yok” olan, “hiç” olan biziz ve o geçici, aldatıcı yalan dünyamız! İşte bu “yalanı”, “hiçliği” görmektir babayiğitliktir! Bu herkese nasip olmayan, bir nasip meselesidir. Vermek de almak da O’nundur. Takdir, çalışanındır. Ödül, kazananındır, ceza da hak edenindir... Zulümler O’ndan gelmez. O’ndan gelen, yalnızca “haktır,” “rahmettir,” “merhamettir.” Gelen cefalar bizim payımızdır. “Vereni” bulmak, “Almayı” ve yerli yerinde kullanmayı bilmek!
Zenginliğiyle, malı mülküyle övünenlerin, sel, fırtına, deprem gibi ilâhî ikazlar ve musibetlerle yapayalnız kaldıklarını, bütün varlıklarını kaybettiklerini, tek sermayeleri Olan –varsa- “iman” ve inançla” baş başa kaldıklarını unutmayalım. “İlâh benim!” diyen “Nemrut”, bir sivrisineğe güç yetirememişti. Ahir zaman “Nemrutluğuna” özenenler de aynı akıbete uğrayacaklardır muhakkak. Aldatan, aldanandır aslında. Allah (cc) “Hak” tan adaletten, rızadan, hak çizgiden, dürüstlükten bizleri ayırmasın. (Âmin)