İnsan dünya denilen ağır yükü taşımakla yükümlü.
Ona ne kadar çok anlam yüklersen belin o kadar çok bükülüyor. Başın sıkışınca, ruhun daralınca “bir başıma kalsam şeh-i devrâna kul olmam/ vîrân olası hânede evlâd-u ıyâl var” cümleciğine sığınıyor. Kendini insanlığa adayan dünyayı sırtına almaz; bilâkis dünyaya sırtını döner. Varlıktan, masivadan, kuldan yüz çevirir, her şeyi Rabbinden bilir ve bekler. Hayat bir yürüyüştür; kimi hızlı, kimi yavaş yürür. Sırtında yumurta küfesi taşıyan ya da taşıdığını zanneden elbette adımlarını sayarak yürüyecek. Halil Yürür, Risale-i Nur’la hayatın ve dünyanın sırlarına ererek Bediüzzaman ve Zübeyir Gündüzalp’in yolunda yürür.
Onlardan aldığı dersle dünyayı elinin tersiyle iter, dünya yükünü omuzuna almaz.
Bilir ki sahabelere ve onların yolundan giden Bediüzzaman ve Zübeyirlere ahirette yoldaş olmak dünya denilen süslü şişeyi taşa çalmaktan geçer. O şuurla dünyayı da, Leyla’yı ardında bırakıp, dünya eleğini duvara asıp, kalbler gıdasız, ruhlar nursuz kalmasın diyerek hizmete koşar. Yıllarca yarı aç, yarı tok yaşar. Çile, yokluk, yoksullukla geçen yılları sabredilmesi değil, şükredilmesi gereken günler bilir.
Dünya yorucudur yorucu olmasına da yorgunluğu dindiren güzel rüyalar, Nurlu hizmetin ikramı kerametler vardır. Halil de bu güzellikleri doya doya yaşar. Kalbinin bir yanında Hz. Muhammed’e (asm), diğer yanında sahabeler vardır. Ruhunun bir yanında Bediüzzaman, diğer yanında Zübeyir vardır. İnsan açken aşkın kadrini daha iyi biliyor belki de. Halil yıllarca midesinde açlık çekmese ihtimal ki bu ulular kalbini ve ruhunu bu kadar çekmeyecektir kendilerine.
Halil’e göre Zübeyir fenafillah makamındadır. Birçok kerametine şahit olur. Bir gün Kırklareli’nde bir camide aşkla, şevkle sahabe aşkını anlatır. Zübeyir İstanbul’dan hallerine muttali olur. İstanbul’a dönünce Kırklareli’nde anlattıklarının hepsini söyler.
Halil hayretler içinde kalır. “Allah tarafından sizin önünüzde dünyanın bir makinesi var da ona mı bakıyorsunuz. Yahu ağabey Kırklareli buraya 200 kilometre ötede... Nereden biliyorsun bunları?”
Halil aşk ve coşku adamıdır. Yerinde duracak gibi değildir. İlâhilerle, ezgilerle, şiirlerle hizmetten hizmete koşar.
Bir gün Üstadı ziyaret eder. Şehla gözlerine bakıp, dalıp gider. Üstad gözlerine bakılmasından her zaman rahatsız olur. Halil bunu biliyor olmalıdır. Tokadı hak etmiştir. Üstadın “Bakma keçeli” sözleri eşliğinde şefkatli tokadıyla kendine gelir. İster tokat, ister tekme olsun. Nasıl olsa Üstadın gözlerinde Cenneti gezip gelmiştir. Dünya üstüne çöreklense üzülmeyecektir. Ama öyle bir gün gelir ki o gün dünya başına yıkılır. 23 Mart 1960 günü Üstadın vefat haberi gelir. Dünyası yıkılmıştır! Hemen cenazeye koşar. İstanbul’dan Urfa’ya kadar ağlar.
Hizmet ehli ya dünyayı ya da dünya onu terk etmeli. Bir ara Zübeyir, Halil’e “Kardeşim dünya seni terk etmiş.” der. Öyle üzülür ki adeta bayılıp tekrar dirilir. Epey sonra aklı başına gelir. Üstad’a verdiği sözü hatırlar. “Gençliğimi bu yolda geçireceğim.” Yıllar sonra da şöyle diyecektir, “Dünya benimle barışmıyor, terk etmiş, küsmüş.”
Bir gün Halil, Zübeyir’e “Ben senin yanından ayrılmam; bizi ancak ölüm ayırır.” der. Gerçekten de dokuz yıl öyle yaşarlar. Gündüzalp vefatından kısa süre önce rüyasında Üstadı görür. Halil’e anlatır. “Ormanlıkta Üstad Hazretleri’yle geziyoruz. Bir anda kaybettim Üstadı. ‘Üstadım! Üstadım!’ diye uyandım.” Belli ki Üstad ‘bu hasretlik bitsin’ demiş, onu yanına çağırmıştır. Çağrıya cevap verir. Kısa süre içinde dünyasını değiştirir. Halil çözülür, ağlamaya başlar. Dile kolay dokuz yıl aynı evi paylaşmışlardır. Halil, mevtayı kabre indirir. Emaneti emin ellere, Üstada teslim eder. Kabir Zübeyir’in evi olmuştur artık. Halil’in iki canı vardır. Biri Bediüzzaman, diğeri Zübeyir. O gün ikinci canını da vermiştir. O günden sonra cansız ceset gibi dolaşır, çile çeker.
Dünya iyilerle barışmak, kendine alıştırmak istemez. Bilirim içinde bir Aslan Halil yatar. Dünya seni sarıp sarmalasın, herkes seni anlasın istersin. Üstad’a yoldaş olanın başkasına ihtiyacı var mıdır? Zübeyir, Halil’in şahsında herkesi tebrik ve teselli ediyor. “Öyle çilelerle, cefalarla ve lûtf-u İlâhî sayesinde gördüğün hizmetler bire bin kıymetindedir.” Zübeyir’i kabre ev arkadaşı Halil koymuştu. Zübeyir gibi yaşadıktan sonra cenazeler ortada kalmaz.
Günlerden 7 Ocak 2020’dir. Halil, Bediüzzaman ve Zübeyir’den sonra dünyadan soğudukça soğumuştur.
O gün “Ben Yürür’üm Yare Yare” diye diye dünya yolculuğunu noktalar. Sevgiliye (asm), sahabelere, Üstada ve Zübeyir’e kavuşur. Nurlar’ı neşrederken Efendimiz (asm), Aşere-i Mübeşşere, Bediüzzaman ve Zübeyir ona yoldaşlık etmiştir. Zübeyir’i kabre o koymuştur. Ümidimiz ve duâmız odur ki Sevgili (asm), Aşere-i Mübeşşere, Bediüzzaman ve Zübeyir tabutunu omuzlamıştır.
Bir gün Eskişehir, İnönü, Yenice Mahallesi’ndeki kabrine uğrarsan Uluların selâmını da söylemeyi unutma!