Pandemi döneminin hayatımızı evde geçirdiğimiz kapanma zamanlarında, bir akşam kızımın “Lisedeki arkadaşlarımın hemen hepsinin örtülerinden sıyrıldığını görmek beni çok üzüyor babacığım” demesi beni derinden yaralamıştı.
Benden bir cevap isteyen, hem de anlamlı ve ümitvâr bir cevap bekleyen kızıma o gün o cevabı verememiştim. Sonraki konuşmalarımızda, sosyal medyada ve basında yer alan “deizm” tartışmaları ve haberleri sıklıkla yer bulmaya başladı. Gençlerin arasında bir taûn gibi yayılmaya başlayan deizm insanları telâşlandırmaktaydı. Bu telâşın bende uyandırdığı geçmişe dair birtakım tedailer de vardı.
1980’li yılların başına kadar bu ülkede Müslümanlığını hisseden ve yaşamaya çalışan toplum kesiminde neredeyse klişeleşmiş bir tedirginlik göstergelerinden birisiydi “filanca genç dinsiz, ateist olmuş” üzgünlüğü. Mazlum ve mazruf, gadre uğramış, kendi vatanında sürgün olarak yaşamaya hapsolmuş bu topluluk fazlasıyla geleneksel sayılabilecek hayatlarında, içine kapanık kültler halinde yaşamaktaydı. Kısa aralıklarla gerçekleştirilen darbeler arasında sıkışmış olan bu kesim, bir türlü tam anlamıyla ayartılamadı, diri ve farkında olarak kaldı. Bu topluluğun içinde yatayda din ve iman hizmeti ile uğraşanlar olduğu gibi dikeyde siyasal anlamda mücadele verenler de vardı.
1980 İhtilali hem cemaatlerin bölünmesine hem de pek çok alanda olduğu gibi din eksenli radikalizmin yer bulmasına yol açtı. Muhafazakâr kesim, iktidarı elde etmek düşüncesine yöneldi; zira 12 Eylül Yönetiminin tutumu Özal yordamıyla mazlum ve mazruf olan bu kesimin siyasal alana girmesini kolaylaştırmıştı. Bu durum 10 yıl sonra meyvelerini vermeye başladı ve %25 oy alan Refah Partisi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını ele geçirdi. Bu seçim “mazlum ve mazruf” olan muhafazakâr kesimin bir kısmının siyasî başarısı olarak Türkiye’nin temel yönelimlerini değiştirmeye adaydı. Bu seçimle beraber cemaatlerin sıkça siyasî alana katılması, aktif olarak siyaset yapması ve yönetimin çeşitli kademelerine talip olması gibi durumlara da yol açtı.
90’lı yılların ekonomik krizleri ve 28 Şubat süreci siyaset topuzunun muhafazakâr kesimin eline altın tepside sundu. Taraftar olsun olmasın bütün İslamî cemaatlerin faaliyetleri yükselen muhafazakârlığın hanesine yazılır oldu ve 2000’li yılların başında ülke yönetimi mazlum ve mazruf kesimin bir kısmının eline geçti.
Bu süreçte, muhafazakâr topluluklar içerisinde iki farklı kesim iki farklı şekilde siyaset topuzuna iyice yapışmaya başlamıştı. Birinci kesim seçim yoluyla politik iktidara yönelmiş; ikinci kesim ise özellikle bürokrasiyi ve sivil toplumu kullanarak siyasî emellerine ulaşmak yolunu seçmişti. Bu bağlamda tarih boyunca Müslüman kitlelerin konjonktüre göre kullandıkları argümanlardan ikisi “Dar’ul Harp-Dar’ul İslam” ile “Takiyye” yaklaşımlarının iyice belirginleşmeye başladı. İnsana ulaşmak, dinî ve imanî hizmet, tebliğ gibi temel İslamî ve imanî süreçler asıl bağlamlarını kaybetti ve siyasî emeller için kullanılan araçlar haline geldi.
Gelinen noktada odağından bir hayli uzağa düşen bir muhafazakârlık ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Tablo hiç de iç açıcı değildir. İktidar odaklı hizmet yaklaşımlarının Özal’la başladığını düşündüğümüz bir “büyülenmişlik” haliyle kitleleri şuursuzca peşinden sürüklemesinin çok can yakıcı sonuçları ortaya çıktı, çıkmaya devam ediyor. Bu sonuçlardan birisi de özellikle gençler arasında yaygınlaşan “deizm” ve türevleri inançların yaygınlaşmaya başlamasıdır.
Şüphesiz deizm gibi yoldan çıkmış inançların laik eğitim, seküler hayatın ve pozitivist bilim yaklaşımının sürekli dayatılması gibi başkaca sebepleri de vardır ve bunlar esasında temel sebeplerin başında gelmektedir.
Mazlum ve mazruf zamanlarda Müslüman kesimde ortaya çıkan ateizm büyük yankı uyandırıyordu; şimdilerde gençlerin, özellikle muhafazakâr ailelerin gençlerinin ateizme değil deizme kaçışının gözlemlenmesi önemli bir ayrıntıyı gösteriyor.
Bu zamanda gençler itaatkârane kabulü reddediyor ve geleneksel bir Müslüman ve mümin olmaktan kaçıyorlar. Ülkede Müslümanlık adına konuşan popüler kimliklerin ve kurumların Müslümanlıkla bağdaşmayan davranışları, fetvaları; özellikle peygamberliği gereksiz gören ve dolayısıyla sünnete karşı çıkan bir takım ilahiyatçı unsurların da katkısı ile özellikle muhafazakâr topluluklar arasında deizmin sıkça görülür olmasına katkıda bulunmaktadır.
Aslında bilgiye ve yekdiğerine ulaşmanın çok kolaylaştığı günümüzde taklidî inanca sahip olmanın artık mümkünü kalmamıştır. Bilgiye veya yanılsatan bilgiye erişmenin kolay olduğu bir hengamda boyun eğmeci tüm yaklaşımlar gibi geleneksel dindarlığın da tutunması hayli zorlaşmıştır.
Sürekli Allah’ın Uluhiyyetini, varlığını ve birliğini nazara veren Müslümanların O’nun Rububiyeti’nin ifade eden Esma-i Hüsnasının muhtevalarına neredeyse hiç tahşidat yapmamaları; bunun yanında kötü, ilkesiz, taklitçi davranışları ve çağın gereklerini karşılamayan beceriksizce hareketleri deizmin Türkiye’de, özellikle Müslüman kesimin arasında, boy göstermesinin bir nedenidir.
Namazsız Müslümanların, neredeyse örtünmenin maksatlarının tam tersine hizmet eder şekilde örtünen kadınların; faize, yalana, siyasî sebeplerle iftira ve dolana cevaz veren insanların sergiledikleri görüntüyle Cenab-ı Hakkın Rububiyeti Müslümanlarda görünmez bir hale gelmiştir. Sürekli dünya işlerine odaklanmış Müslüman bir babanın çocuklarının ahirete çağıran dindarlığı elde etmeleri neredeyse imkânsızdır. Bu müşevveş, flulaşmış ortamda dinsizliği tercih edemeyenlerin önemli bir kısmının sığınağı deizm olmaktadır.
Deizmin yapısı da buna müsaittir; bir yaratıcıya inanmayı mümkün kılmakla beraber yaratıcının işleyişe müdahalesi olmadığı fikrini savunmakta, böylece imanî yükümlülükler ortadan kalkmakta ve insana sadece işlevsiz bir inancı sunmaktadır. Özellikle gençler, aslında dinsiz ya da imansız olmak istediklerinden ve bunu bilerek ve isteyerek tercih ettiklerinden değil; İslam’ın temel mesajına ulaşamadıklarından, sadece Müslümanların mevcut iç karartıcı durumları üzerinden İslamla karşılaşmak durumunda kalmalarından dolayı adeta bir panik odası olarak deizme sığınıyorlar.
Ben ekseriyet itibarıyla felsefî olarak veya tepkisel olarak deizme yönelen gençlerin, muhafazakâr kesimin siyaset topuzunun olumsuzluklarını fark etmeleri ve daha demokratik bir düzlem oluşmasıyla tekrar hakiki bir mümin ve Müslüman olabileceklerine ve olacaklarına inanmaktayım. Onlar şimdilerin deyim yerindeyse modern—ve küstürülmüş—hanifleri olarak gelecekte sağlam, makul ve barışçıl müminleri olmaya adaydırlar.