Bir şeyin az bulunması, onun kıymetli olmasının en büyük sebeplerinden birisidir. Çünkü az olan şey çabuk tükenir ve bu vesileyle insan kıymetini anlar.
İnsan ömrü diye adlandırdığımız şey aslında Allah’ın takdir buyurduğu bir zaman dilimidir. Sürekli geçmekte olan ve mukayyed olduğumuz zaman, telef edildiğinde telâfisi mümkün olmaması ve yaşanan her “an”dan bir tane olması hasebiyle paha biçilemezdir.
Her an noksanlaşan ömür sermayesi, ahir zamanda çok daha sür’atli bir şekilde tükenmektedir. Efendimiz (asm) bir hadisinde “...yıl bir ay gibi, ay bir hafta gibi, hafta bir gün gibi, gün bir saat gibi, saat ise, bir anda yanıp kül olan hurma ağacının dalı gibi sür’atle gelip geçer” buyurmuşlardır.
Bu hâle sebep olan en önemli etken ise, insanoğlu olarak zamanımızın bereketli kılınmasına vesile olacak işlerden iyice uzaklaşmış olmamızdır. Bu da kulluğun icabı olan duâ ve ibadetleri aksattığımız ya da terk ettiğimizden dolayıdır.
Yaratılışının asıl maksadı olan kulluk vazifesini ifa etmeyi bırakan insan, gaflet ve sıkıntı içindeyken, zamanın bir an önce geçmesini istiyor. Aynı ruh halindeyken zamanın kıymetini anlaması ise insanı büyük ve sıkıntılı bir çelişkiye sokuyor.
İnsanı bu çelişkiden kurtarabilecek tek şey kulluk vazifesinin yerine getirilmesidir. Çünkü kulluğu üstlenen insan, zamanın kıymetini zaman geçmeden anlıyor. Kendisine sonsuz bir zamanı ve bu zaman içerisinde sonsuz güzellikleri vaad eden Hâlîkına kul olmanın huzurunu yaşıyor. Ve zamanının bereketli olmasına vesile olacak işlerle meşgul olduğu için, dar zamanlar genişliyor ve zaman artık kaygı olmaktan çıkıp belki tatlı bir telâş oluyor.
Başta Peygamberimiz (asm) ve O’nun (asm) sünnetini tam manasıyla tatbik etmiş olan Üstad Bediüzzaman’a baktığımızda, hayatlarında atâlete ve boşluğa yer olmadığını ve bir “saat” gibi işlediklerini görüyoruz. Bizlere de kulluk vazifesini ifa ederken kullukta böylesine titiz davranmış zatları örnek almak düşüyor.
Cenâb-ı Allah bu dehşetli zamanda zamanımızı iyi değerlendirmeyi bizlere nasip etsin.