İnsanlık tarihinde bazı mümtaz şahsiyetler vardır ki, isimleri zikredildiği zaman akıllara o zatların şahsına ait olan ma’lumatlardan evvel hayatlarını adadıkları davaları gelir.
Öyle ki, bu insanlar inandıkları davaya her şeylerini feda etmek pahasına, yılmadan, usanmadan, sadakatle sahip çıkmışlardır. Hiç şüphesiz adı zikredildiğinde aklımıza “Risale-i Nur ve iman hizmeti”nin gelmesine vesile olan merhum Zübeyir Gündüzalp Ağabey bu mümtaz şahsiyetler arasındadır. O, Bediüzzaman Hazretleri’ne ve Risale-i Nur’a olan bağlılığıyla tanınmış bir sadakat timsalidir.
Zübeyir Ağabey, ömrünün Bediüzzaman’ı tanıdıktan sonraki kısmını Risale-i Nur hizmetine vakfetmiştir. Bu da aşağı yukarı 23 sene ediyor. 1960 yılına, Bediüzzaman’ın vefatına kadar bizzat hizmetinde bulunup; 1971 yılında Hakk’ın rahmetine kavuşana dek geçen 11 yıllık zaman zarfında da “ehl-i imanın imanlarını kurtarmayı” temin edecek olan Risale-i Nur’a tam bir ciddiyet ve hassasiyetle sahada hizmet etmiştir.
Tamamı Kur’ân’dan ilhamla yazılan Nur eserlerindeki imanî, içtimaî ve siyasî ölçüleri derinlemesine inceleyerek hassasiyetle uygulamıştır. Kendi fikrini perde etmeyip, Risale-i Nur’da yazan hakikatleri, Bediüzzaman’ın uygulamalarını ve “maksat, meslek ve meşreb”ini referans alarak; evvela meşveretin gerçekleştirilmesi, Risale-i Nur hizmetinin bir sistem hâline getirilmesi, bu hizmete talip olanların kabiliyetlerinin ve şahsî özelliklerinin tahlil edilip en verimli şekilde hizmet edebileceği mevkilerin tespit edilerek bir “istihdam politikası”1 meydana getirilmesini gaye edinmiş ve hizmet sahasında bu hususların vücud bulmasında en büyük rolü oynamıştır.
Zübeyir Ağabey, Risale-i Nur’a körü körüne bağlanmayıp, 20. yüzyılda küllî ve umumî bir rehberlik vazifesini görecek olan Kur’ânî bir eserin müellifinin sahip olması gereken 9 mühim hususiyeti esas alarak, Bediüzzaman’ı ve eserlerini tetkik ettiğini, neticesinde ise Bediüzzaman’ın ve eserlerinin bu hususiyetleri taşıdığını ve “Bediüzzaman kimdir ve esas vazifesi nedir?”, “Risale-i Nur’un mahiyeti nedir ve metodolojisi nasıldır?” gibi soruların cevaplarını da muhtevasında barındıran ilmî müktesebatını; 1950 yılında verdiği konferansında tafsilatı ile zikretmiştir. En mühimi ise; henüz Bediüzzaman’ı ve Risale-i Nur’u tanıyalı 2 sene olmuş olmasına rağmen Bediüzzaman ve eserleri hakkında böylesine derin suallerin cevaplarının bulunduğu Konferans’ı kaleme alınıp; bizâtihi Bediüzzaman tarafından “yüz maşaallah bu cevaba” övgüsü ile beraber Risale-i Nur Külliyatı’nın çekirdeği olan Sözler adlı eserin sonuna derç edilmiş olmasıdır. Bu hadise de onun Bediüzzaman’ın meslek-meşrebinin tecessüm etmiş hâli olduğuna en sağlam delildir.
Zübeyir Ağabey Risale-i Nur’un meslek-meşrebine olan sadakatini ve bu husustaki hassasiyetini şöyle dile getirmiştir: “Ben aklımı hissimi karıştırmam. Ben tâbiyim. Ben kimim ki yeni bir şey çıkarayım? Üstadım yapmışsa o doğrudur. Ahirette de benim istinadımdır. Ben satırdan anlarım sadırdan değil. ‘Üstad yazmış mı, Üstad yapmış mı?’ benim için önemli olan budur”2 diyerek; ahir ömründe de bütün yaşantısındaki hâl ve tavırları ile bu söylemlerini gözler önüne sermiştir.
Feraset ve basiret sahibi olan Zübeyir Ağabey siyasî cereyanlardan etkilenmemekle beraber Bediüzzaman’ın bu husustaki fikirlerini net bir şekilde ortaya koyabilmek adına Risale-i Nur’da neşredilen muhtelif mektup ve kısımları “Beyânât ve Tenvirler” isimli bir tanzim altında toplamıştır. Bu nokta için ayrıca “Gazete bizim için âdeta günlük bir lâhika mektubudur. Sadece Risale-i Nur’un imanî meselelerini okumak bizim ittihadımızı yeteri kadar temin etmez. Üstadın hayat-ı içtimaîye, hayat-ı siyasîye ve mesleği noktasındaki ölçülerinde de ittifak etmedikçe ve onları Üstad’a göre anlamadıkça; o ittihat ve ittifakımız tam olmaz. Dolayısıyla bunu sağlayacak gazetedir.”3 demiştir. Nur hizmetinde gazetenin bir vasıta olarak kullanılmasının fikir öncülüğünü yapmıştır. Yayın hayatında 50. yıla yaklaşan Yeni Asya’nın kuruluşu da böylece gerçekleşmiştir.
Risale-i Nur’da geçen müdafaalarında Zübeyir Ağabey, bu ulvî hizmet için her şeyi hiç tereddütsüz göze alacağını dile getirmiştir ve nitekim öyle olmuştur, kahramanca ve fedakârane bu hizmeti sürdürmüştür. Karakter abidesi ve bir ideal insanı olan bu mümtaz şahsiyet 23 yılını; kalbini şaşırtmayıp ve nazarını başka yerlere çevirmeyip, yalnızca Üstad’ı ve onun Nurlu eserleri için sarf etmiştir.
Hizmet serencamının takriben son 10 yılında, kendisinin yanında hizmetlere koşturan ve onun bu hususiyetlerini yakından tetkik etmiş olan Mehmet Kutlular’ın “İşte Hayatım” adlı otobiyografisinde geçen şu kısma dikkat çekmek isterim: “Zübeyir Ağabey bir direkti, bir harçtı. O hayatta iken biz çok rahattık. Çünkü o ‘paratoner’ gibiydi. Şimşekleri o üzerine çekiyordu. (...) Şöyle bir benzetme yapabiliriz: Peygamber Efendimiz (asm) buyuruyor: ‘Ömer yaşadıkça aranızda fitneler olmaz.’ Çünkü o dirayetli, âdil, İslâm’ın meselelerine karşı çok hassas ve çok samimi. İslâm’a ters şeylerin üzerine gidebilen bir insan. İşte Zübeyir Ağabey de Nur Talebeleri içinde böyle bir şahsiyetti.”4
İşte hizmet içinde, bahsedebildiğimiz kadarıyla bu kadar hususiyete haiz olan bu şahsiyet; şahsî hayatında gösterişten uzak, mütevazı, alçak gönüllü ve tam mânâsıyla “fenafi’l- Üstad, fenafi’r-risale, fenafi’l-meslek, fenafi’l-dava” idi. Kendisinin, “Evet, dağları, taşları pamuk gibi dağıtacak, demir ve granitleri yağ gibi eritecek olan bu kuvvet-i Kur’âniye, dünyayı nur ve saadete gark edecek. Bu Nur-i Kur’ân, imanların kurtuluşunda dünyaya hâkim ve hükümran olacaktır”5 diye bahsettiği Risale-i Nur’un bayraktarlığını yaptığı kudsî davayı tam mânâsıyla idrak etmiş, Risale-i Nur’un meyve verdiği bir sadakat timsali idi...
Not: 2 Nisan 1971’de vefa eden Zübeyir Gündüzalp Ağabeyin vefatının sene-i devriyesi münasebetiyle bu yazı Genç Yorum Dergisi’nin 2018 Eylül sayısından alınmıştır.