Ahirete imanın binlerce neticelerinden biri de, tam bir aile saadetini sağlamasıdır.
Hakikî, samimî, muhabbet, şefkat ve merhamet ancak ebedî hayat iman ile mümkün olabilir. Böylece evlilikler hiçbir sarsıntı geçirmeden sağlam ve mutlu bir şekilde sürdürülebilir. Güzellik, sağlık gibi nimetler bir gün son bulsa da, “Olsun, ziyanı yok, ebedî bir hayatta, bâki bir gençliğimiz, daimî bir arkadaşlığımız olacak” diye düşünen eşler birbirine muhabbetle hürmetle davranmaya devam eder.
Şöyle diyor genç ve şöhretli bir oyuncu: “Hayatta istediğim her şeyi elde ettim. Sevdiğim kadınla evlendim. Canım kahve içmek istedi Paris’e gittim. Gezmek istedim, Ortadoğu’ya gittim, ama artık hiçbir şeyden zevk alamıyorum.” Bu “Hiçbir şeyden zevk alamıyorum” veya “Heyecanı kalmadı” diyenlerin yaşadığı ıztırap ve boşluk ne olabilir? Ebedî hayata hazırlık gibi bir ideallerinin olmayışı olabilir mi? Acaba her şeyi bu dünyadan ibaret sanmaktan mı kaynaklanıyor?
Bu şikâyetler, fani lezzetlerin son bulmasına tahammül edemeyen ruhun “ebed istiyorum” nidalarıdır. İnsanın gayesi ebedî hayatını kazanmak olduğu zaman, yaşadığı her an kıymet ve anlam kazanır. Ama böyle bir gayesi yoksa, ne kadar serveti de olsa, kendini mutlu etmek için ne yaparsa yapsın mutlu olamaz. Bilinç altında hep, bir gün sahip olduğu her şeyi kaybedeceği düşüncesi dolaşıp durur. Lezzetlerini azaba çevirir.
Aile hayatına ahirete iman hükmetmezse aile bir çok cihetle yara alır ve saadetini kaybeder. Aile büyüklerine hürmetin azalması, aile içi şiddet, çocukların ve gençlerin asi davranışları gibi üzücü olaylarda, ahiret inancında ne kadar samimî olunduğu sorgulanmalı.