Türkiye’nin yakın tarihini Bediüzzaman’ın ayak izlerini takip ederek, onun hayatı üzerinden okumak ve anlamak mümkündür. Bediüzzaman’ın boş mezarı, bir devrin özeti gibidir.
Kanadalı Gazeteci Fred A. Reed, Türkiye üzerine bir kitap çalışması için ülkemize geldiğinde “görünen” Türkiye’nin ardında bir “gizli Türkiye”nin var olduğunu fark eder. Gizli Türkiye’yi kavramak ister ve bu niyetle Bediüzzaman’ın ayak izlerini takip etmeye karar verir. Doğduğu Nurs’tan Urfa’daki defnedildiği, ama 27 Mayıs ihtilali sonrasında darbecilerin alelacele boşalttığı mezara kadar, bu izlerin peşine düşer.
“The Anatolian Junction: A Journey to Hidden Turkey” adlı kitabı, Metin Karabaşoğlu tarafından “Anadolu Kavşağı, Gizli Türkiye’ye yolculuk” ismiyle Türkçeye çevrilir. Reed Said Nursi’nin ayak izlerini ararken, kendine dair izler ve dersler de çıkacak, bilahare Müslüman olacaktır.
VASİYET YERİNİ BULUYOR
Bediüzzaman, 23 Mart 1960 da, Hakk’ın rahmetine kavuştu ve Urfa’daki Halilürrahman Dergâhı’ndaki caminin bahçesine defnedildi. Ancak, 27 Mayıs İhtilâlinden sonra darbeciler tarafından, buradan alınarak meçhul bir yere götürüldü. Darbeciler zulmederken, kader-i İlâhî Bediüzzaman’ın arzusunu yerine getirdi. Emirdağ Lahikasında yazılı son dersinde vasiyet etmişti Üstad:
“Benim kabrim gayet gizli bir yerde... bir iki talebemden başka hiç kimse bilmemek lâzım geliyor. Bunu vasiyet ediyorum. Çünkü dünyada sohbetten beni men eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da, o hakikat bu surette beni mecbur ediyor.”
Bediüzzaman’ı arayan, Risale-i Nur sayfalarında bulabilir ve sohbet edebilir. Ruhuna Fatiha okumak isteyen herkes, mezarına uğramasına gerek kalmadan da okuyabilir.
TOLSTOY’UN MEZAR VASİYETİ
Ya Tolstoy’un vasiyeti..? Çocukluğunda bir köylü kadın, Tolstoy ve kardeşi Nikolay’a, “eski bir inanca göre ağaçların dikildiği yerin mutluluk getireceğini” söylemiş. Onlar da biraz meraktan, biraz da oyun olsun diye ormandaki bu alana birkaç fidan dikmişler, ancak kısa süre sonra olayı unutup gitmişler.
Aradan uzun yıllar geçmiş ve Tolstoy günün birinde, bu çocukluk oyununu ve o günlerde kafasından geçirdiği mutluluğu hatırlamış. Hayatın kendisi için yepyeni bir anlamı olduğunu fark etmiş. Yakınlarına, öldüğünde eliyle dikmiş olduğu bu ağaçların altına gömülmek istediğini söylemiş ve bu isteği gerçekleştirilmiş.
DÜNYANIN EN ETKİLEYİCİ MEZARI
Stefan Zweig’a göre, burası dünyanın en güzel, en etkileyici ve en duygulandırıcı mezarı.
“Ben Rusya’da Tolstoy’un mezarından daha muhteşem, daha etkileyici bir yer görmedim.” diyor ve ziyaretini şöyle anlatıyor:
“Ormanın derinliklerine yerleştirilmiş bu yüce kutsal mekân, tek başına ve yapayalnızdı. Hiç kimsenin uğramadığı ve hiç kimsenin korumadığı, sadece birkaç büyük ağacın gölgelediği, dikdörtgen biçimindeki bir toprak yığınından başka bir şey ifade etmeyen bu tepeye, dar bir patika yoldan gidiliyordu.
Ormandaki gür ağaçların ortasındaki bu dikdörtgen biçimindeki küçük toprak yığınının üstünde ne bir haç, ne mezar taşı, ne de bir kitabe vardı. Adı ve ünü yüzünden hiç kimsenin çekmediği kadar acı çeken bu büyük adam, tesadüfen bulunmuş bir sokak serserisi, kimliği bilinmeyen bir asker gibi üzerinde adının yazmadığı bir mezara gömülmüştü.
Bu isimsiz ve sahipsiz adamın mezarında, Allah kelamı gibi uğuldayan rüzgârdan başka hiçbir ses duyulmuyordu.”
Tolstoy ve Nursi’de kesişen ortak noktaların izini sürmeye devam edelim mi?