Dünya barışının tesisi ve korunması mazlumun yanında zalimin karşısında olmamıza bağlı. Dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen felâketin seyircisi olmak, sessiz kalmak ne kadar insanî?.
Maalesef savaş ve vahşetler, adaletsizlik ve işlenen cinayetler, çiğnenen insan hakları, yaşanan soykırım felâketi karşısında fertler kadar, uluslararası toplum da -istisnalar hariç- büyük oranda sessiz kalıyor. Belki korkudan, belki menfaatten...
Sessiz kalmayanların çoğunluğu da, iyiliği emretmek kötülükten vazgeçirmek için değil; “Bundan kendi lehimize nasıl bir sonuç çıkarabiliriz” gibi ahlâksız bir tavır alıyor. İslâm dünyasının yakıcı sessizliği ayrı bir felaket.
Oysa Kur’ân’daki emir ve müjde açık:
“Sizden öyle bir cemaat bulunmalıdır ki; [Onlar herkesi] hayra çağırsınlar, iyiliği emretsinler, kötülükden vaz geçirmiye çalışsınlar. İşte onlar kurtuluş ve başarıya erenlerin ta kendileridir.” (Âl-i İmran: 104.)
SAFINI BELLİ ETMEK
“En büyük cihadın zalim hükümdara hakikati söylemek” olduğunu anlatan koca koca âlimler, uluslararası kuruluşlar bu devirde; korku dağları sarınca -iyilerini tenzih ederiz- sus-pus olmuş, paranın ve gücün dümen suyuna girmişler.
Çağın mümtaz âlimi Bediüzzaman ise; korkmadan “iyiliği emretmiş, kötülükten sakındırmış.” Hem de korkudan cübbesinin eteğini çekerek “Otur Hoca, otur. Bizi de mi astıracaksın!” diyen âlimlere rağmen; hem kendi hukukunu, hem de İslâmın ve asrın hukukunu savunmayı bir vecibe bilmiştir. Şu kükreyişe bu günde ihtiyacımız var:
“VAHŞÎ REİSLERİNİN SAĞIR KULAKLARI ÇINLASIN!”
“İstikbalde gelecek nefret ve tahkirden sakınmak için, şu mahrem zeyil yazılmıştır.
Yani, “Tuh o asrın gayretsiz adamlarına!” denildiği zaman yüzümüze tükürükleri gelmemek için veyahut silmek için yazılmıştır.
Avrupa’nın insaniyetperver maskesi altında vahşî reislerinin sağır kulakları çınlasın!
Ve bu vicdansız gaddarları bize musallat eden o insafsız zalimlerin görmeyen gözlerine sokulsun!
Ve bu asırda, yüz bin cihette “Yaşasın Cehennem” dedirten mim’siz medeniyetperestlerin başlarına vurulmak için yazılmış bir arzıhâldir... Sükûtta sabrım tükendi. Kabil-i hitap olmayan öyle vicdansız alçaklara değil, belki milletin mukadderâtıyla keyfî istibdatla oynayan firavunmeşrep komitenin başlarına derim ki:
Hayatı boyunca “Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam!” düsturunu şiar edinen Bediüzzaman’ın zalimlerin bam teline dokunan altı sualini ve meydan okuyuşunu 29. Mektubun Altıncı Kısmı’nın Zeyli’nde bulabilirsiniz.
ZELÎLÂNE HAYAT YERİNE ŞEHADET
Bu gün de, dünyanın dört bir yanında nice isimsiz kahramanlar Bediüzzaman gibi, iyiliği emredip kötülükten sakındırma vazifesine devam ediyor. Engel olmak isteyen zalimlere meydan okuyor:
“Siz dininizi ve ahiretinizi dünyanız uğrunda feda ediyorsunuz. Elbette... Biz dahi hilâfınıza olarak, dünyamızı dinimiz uğrunda ve âhiretimize her vakit feda etmeye hazırız.
Sizin zalimâne ve vahşiyâne hükmünüz altında bir iki sene zelîlâne geçecek hayatımızı, kudsî bir şehadeti kazanmak için feda etmek, bize âb-ı kevser hükmüne geçer.”
“Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar onlara ‘Düşman size karşı büyük bir kuvvet topladı; onlardan korkun’ dedikleri zaman, onların imanı ziyadeleşti ve ‘Allah bize yeter; O ne güzel vekildir’ dediler.” (Âl-i İmran: 173.)
TEŞEKKÜR VE MİNNET BORCU
Asrın, hakkın, İslâm’’ın hukukunu savunan bu kahraman âlime, hepimizin teşekkür ve minnet borcu var. Yanında dik duramayıp; korkudan cübbesinin eteğini çekerek engellemek isteyenlerin ise bir özür borcu! Zalimlere gelince; “Zalimler için yaşasın Cehennem!”