Bir hırs ve menfaat uğruna Ya Rab; ne haklar çiğneniyor, ne zulümler irtikap ediliyor, ne ocaklar sönüyor, ne ümitler soluyor!?!
Bir köy hükmüne geldi dünyamız. İletişim vasıtaları sayesinde, dünyanın öbür tarafında biri öksürse bu tarafında duyulur oldu.
Dünyanın başka bir yerinde meydana gelen felaketlerin seyircisi olmak, modern zamanların bir garabeti olsa gerek. Öyle ki artık savaşlar hepimizin oturma odalarında, sükûnet içinde seyredilip dinlenen görüntü ve seslere dönüşmüş durumdadır.
Bir tarafta yemek yerken, savaş haberlerini dinleyip seyretmek sıradanlaştı. Bazı insanî hasletlerimizi köreltti. Hatta bu tarz haberler daha çok ilgi çeker oldu.
‘KAN VARSA, İŞ YAPAR’
‘Haberler’ adı altında bize sunulan bilgi(!)lerde, aslan payı her zaman çatışma ve şiddet görüntülerine ait. Gazetelerin ve manşet patlatan haber programlarının baş tacı ettikleri düstur şudur: ‘Kan varsa, iş yapar.’
Enkaz altındaki depremzedeye sorulan soruyu hatırlayınız: “Acı var mı, acı?..”
Ya da Kevin Carter’a Pulitzer ödülü kazandıran ‘küçük bir kız çocuğu ve arkasında tüneyen bir akbaba’ fotoğrafını. Oysa yalnızca bir kaç kilometre ileride Birleşmiş Milletler’in yardım kampı bulunmaktaydı. (Kevin Carter’in ölümü ayrı ibretlik bir hikâye.) Sahile vuran Aylan bebeği unutmayalım.
İlginçtir; her türlü sefaletin görüş alanımıza girmesinden itibaren, bu manzaralara verdiğimiz tepkiler, şefkat duyma, hiddete kapılma, için için sevinme ya da onaylama arasında gidip gelmektedir.
BARIŞ NE ZAMAN?
Bazıları umutsuzca soruyor: Günümüzde savaşlara son verilebileceğine kim inanır? Hiç kimse! Hatta barış için mücadele edenler bile inanmazlar buna. Uzayda hayat arayanlar, yeryüzünde hayatı bitirmeye çalışıyor.
Bütün umudumuz soykırımı durdurulması.. Savaş olsa bile savaş kurallarına uyulmasını isteme.. Savaşta bile tarafların uyması gereken kuralları ayaklar altına alıp çiğneyenleri adalet önüne çıkarmak. Ve patlak vermesi muhtemel başka silahlı çatışmalar için görüşmelere dayalı alternatiflerin denenmesi için baskı yaparak bazı savaşları önleyebilme ihtimalinde yatmaktadır. Bir güvercin ürkekliğinde...
“Parçaları kaybolmuş puzzle gibi insanlar.. Kiminin ruhu, kiminin beyni ve birçoğunun da kalbi yok artık...” Kurşun askerler; uydu insancıklar! Bir birinin kurdu olan zavallı mahluklar.
İnsanlığın hayrına çalışan ‘azlar’ da olmasa neredeyse kıyamet kopacak! Yapılan zulümler, yaşanan yanlışlar, işlenen vahşetler insanı hayrete düşürüyor. Mahşerin provası yapılıyor adetâ yeryüzünde. İmtihan şiddetlenmiş. Neredeyse cehennem öfkesinden, hışmından çatlayacak.
İnsanların çoğu hak, hukuk, adalet, dostluk, barış nedir.. unutmuş! “İyi ki Allah var, iyi ki ahiret ve hesap var, iyi ki zalimler için cehennem mazlumlar için cennet var!”
ÇARE VAR!
Risâle-i Nur’daki ifadesi ile bu asır enâniyet, fitne, fesat, helâket ve felâket asrı. Hasta ve gaddar bir asır.. Bütün insanlığın problemi bu. Herkes kendi akıbetini düşünüp titremeli..
Bir çağ yangını sarıyor ruhları.. Bir çığlık koparıyor ebed isteyen yürekler.. dünyanın fani olduğunu hissediyor, görüyor.. feryat ediyor ümide susayan barış güvercinleri..
Kimilerinde müthiş bir hayal kırıklığı... Çareler arıyor..
“Evet, dünyanın mâhiyeti anlaşıldıktan sonra, elbette hayat-ı ebediyeden başka beşeriyetin o inkisâr-ı hayâl yarasını tedâvi edecek Kur’ân’dan başka yoktur.”