Bir önceki yazıda da ifade ettiğimiz gibi, küfür ve dalâlet cereyanı, bu zamanda bir şahs-ı manevî sûretinde hükmediyor.
O küfrî cereyanın zındık taraftarları da istiyorlar ki, iman ve hidayet cenahında olanlar fani ve çürütülebilir şahıslara bağlansın. Faaliyetlerini öyle idame ettirsin.
Yani, ehl-i imandan olanların iradeleri şahısların eline geçsin, akılları da onların ceplerine girsin. Tâ ki, o faninin kırılması, çürümesi, en nihayet ölüp gitmesiyle, şahıslara bağlanan şevk, ümit, heyecan da toptan kılırıp sönüversin. Ardından, yine toptan bir şevksizlik, moralsizlik, ümitsizlik hâli ehl-i imanın dünyasını sarıp sarmalasın.
Evet, bu zamandaki dalâlet ehli cereyanlarının en büyük bir silâhı, mü’minleri toptan şevksizliğe, toptan ümitsizliğe uğratmaya çalışma yöntemidir. Yani, müminlerle tek tek uğraşmak yerine, bir tek adamın şahsında toptan iş görmek, kendileri için daha kolay ve daha etkili bir yöntem olarak görülüyor.
Bu metotla muvaffak olabilmenin, şüphesiz çok daha kolay olduğunu biliyorlar.
Evet, toplulukların ümit ve iradelerinin fâni ve geçici olan şahsiyet, siyaset, yahut ticaret gibi unsurlara bağlı olması, tahribatçı ehl-i bid’a için bulunmaz bir fırsattır.
*
Risale-i Nur’daki düsturlar manzu-mesine baktığımızda, şahıs merkezli yapılara itimat edilmemesi ve bunlardan uzak durulması yönünde çokça tahşidat yapıldığını görüyoruz.
Bunun sebebi gayet açıktır. Şöyle ki: Nur dairesi içinde şahıslara, misâlen, müridane bir surette bağlanmanın yolu açık tutulduğu veya bu yol geçerli kabul edildiği taktirde, şeyh, peder veya mürşid tavrını takınacak olan hemen her bölgeden, her vilayetten, her şehirden düzinelerle şahısların zuhûr edip ortaya mümkün hale gelir. O zaman da her kafadan bir ses çıkmaya başlar. Memleket sathı, Allah muhafaza, gitgide Babil Kulesinden beter bir vaziyete girer.
Böylesi bir durumda, fazilet hissinin zaafa uğradığı şu enaniyet asrında, her halde “erken bir kıyâmet”i beklemekten başka bir şansımız kalmaz.
Allah, bu zamanda bizi fanilere bağlanmaktan ve o fanileri parlatmaya çalışan sönük şahsiyetlerin tesiri altına girmekten muhafaza eylesin.
*
Risâle-i Nûr’u okuyan, bu eserleri mütalâa ve müzâkere etmekle meşgul olan bir Nûr Talebesinin dâvâsı, hiç şüphesiz, onun için şu dünya hayatının en mühim bir gayesi ve maksadıdır. Bu maksada matuf harekât ettiğinde, hayatını Kurân’ın terbiyesi ve Resulullah’ın (asm) talimi doğrultusunda tanzim etmiş olur. Umumi hizmetlerin tanziminde de, sair kardeşleriyle birlikte ve koordineli şekilde iş ve hizmet görür. Yani, taksimül-a’mâl kaidesiyle mesailerin tanzimine ciddiyetle çalışır.
Bu mânâdaki çarpıcı bir misâl ile mevzuu nokta koyalım: Fihrist Risâlesi’nin Külliyattaki makamı 15. Lemâ ile 10. Şuâ’dır. Sözler, Mektubat ve 15. Lemâ’ya kadar olan kısmı Üstad Bediüzzaman hazırlamış. Geri kalan kısmını ise, talebeleri taksim ederek tamamlamışlar. Üstad, bu hizmetten çok memnun bir surette şunları ifade ediyor:
“Aziz kıymettar, sadık ve sebatkâr kardeşlerim, Fihriste’yi, taksimü’l-â’mâl tarzında mütesânid heyetinizin şahs-ı mânevîsine tevdiiniz çok güzeldir. Tam ve daimî bir üstâd buldunuz. O mânevî üstâd, bu âciz kardeşinizden çok yüksektir; dahâ bana ihtiyaç bırakmıyor.” (Kastamonu Lâhikası: 35)