Risâle-i Nur dâvâsının aziz şehitlerinden biri olan Hafız Ali, 17 Mart 1944'te mevkuf bulunduğu Denizli Hapishanesi’nde vefât etti.
1898 İslâmköy'lü (Isparta) doğumlu olan Hafız Ali, vefat ettiğinde henüz elli yaşına bile bâliğ olmuş değildi.
Esasında, o Üstadına kendini fedâ ile onun yerine vefat eden bir "ilim şehidi"dir.
Aynı zamanda bir şehid-i mazlûmdur. Çünkü, diğer "Isparta kahramanları" ile birlikte tutuklanmış ve zulmen Denizli zindanına sevk edilmişti. (Bir ismi de "Denizli Mezbahanesi" olan bu kanlı zindan, Nur Şâkirdleri sayesinde bir "Medrese-i Yusufiye"ye dönüştü.)
*
1944 yılı Mart ayı başlarında, tifüs aşısı bahanesiyle Denizli’de hücre hapsinde tutulan Üstad Bediüzzaman'a acımasızca zehir şırınga ettiler.
Bu öldürücü zehrin tesiriyle komaya giren Üstad, hücrede, yani tecrit odasında ölümle pençeleşirken, Hafız Ali, cemaatle kılınan namazın ardından yapmış olduğu duâda, Cenâb-ı Hak'tan kendi canının Üstadına fedâ edilmesi niyazında bulunur. Duâya iştirak eden kardeşlerinden de “Amin” demelerini istirham eder.
Bu halis, içten, samimî duâ kabul edilmiş olmalı ki, o andan itibaren Üstad Bediüzzaman kendine gelmeye başlarken, Hafız Ali ise ateşlenmeye ve gitgide ağırlaşmaya başlar.
13. Şuâ'daki mektuplarda "Hafız Ali'yi unutamıyorum. Onun acısı beni çok sarsıyor" ifadesini kullanan Hz. Üstad, onun için ayrıca "Benim yerime hasta oldu ve benim yerime vefat etti" diyor.
Yine aynı bölümdeki mektuplarda şu mânidar ifadelere rastlamaktayız: "Ben, merhum Hâfız Ali'yi aynen hayattaki gibi Risâle–i Nur'la meşgul olarak en yüksek bir ilimde çalışan bir talebe-i ulûm vaziyetinde ve tam şehidler mertebesinde ve tarz-ı hayatlarında biliyorum." (Şuâlar, s. 291)
*
Denizli hapsinde iki Cuma arasında telif edilen imân ve hassaten Tevhid'e dair Meyve Risâlesi, merhûm Hafız Ali'nin de kabrini pür-nur eden bir ders-i kudsî olmuştur.
Ahmed Feyzi ile uzun bir sohbette bulunan Hulusî Yahyagil, hatıratının bir yerinde şunları naklediyor: "Meyve Risâlesi bir şaheserdir. Merhum Hafız Ali’nin Münkereyne (Münker-Nekir'e) cevabı Meyve Risâlesi ile olmuştur."
Üstad Bediüzzaman'dan dinlediğini aktaran Hulusi Yahyagil, bir sohbette ayrıca şunları naklediyor: "Hafız Ali, şehîden vefat ettiği için, haliyle kendini ölmüş bilmiyor. Kendisine 'Men Rabbûke?' diye soran Suâl Meleklerini de, Rabbimizi tanımak için medreseye gelmiş iki mûnis genç sûretinde görüyor. Onlara Risâleden bahisler okuyor ve 'Ben Rabbimi böyle biliyorum' diyerek, bir nevî ders mütâlâasında bulunuyor."
*
Merhum Hafız Ali ile ilgili olarak, muhtelif risalelerde geçen bazı ifadeleri iktibas ederek nokta koyalım. Şöyle ki:
“Üstadım, birşey daha var ki, emr-i Üstadânelerine intizardayım. O da şudur: Cenab-ı Hak ihsan ederse, dairenizin şakirdini Hâfız Yaşar, bu kışta bahara sebep olup, mütenevvi çiçekleri açmasına Nisan yağmuru misilli, vücudunuz o çiçekler arasında, bir gül-ü Muhammedî (asm) yetiştirmekte inşaallah vesile olacağınıza şüphe yoktur. (Hafız Ali, Barla Lâhikası: 88)
*
“Hafız Ali’nin mektubunda yazdığı Ümmühan ve Şahide değerinde, burada Risâle-i Nur’a bütün kuvvetiyle çalışan çok hemşirelerimiz var. Meselâ, Asiye, Saniye, Ulviye... gibi Risâle-i Nur’un şakirtleri, oradaki hemşirelerine ve kardeşlerine selâm ve duâ ediyorlar” (Bediüzzaman; Kastamonu Lâhikası: 115)
*
“Ben İslâmköyünü Nurs Köyü gibi biliyorum; o hocalara da akrabam nazarıyla bakıyorum. Evet, onların insafı ve Risâle-i Nur’a karşı dostluklarıyla, Nur fabrikası o köyde dağdağasız teessüs etti tahmin ediyorum. (Said Nursî; Kastamonu Lâhikası: 155)