Kastettiğimiz mücadelenin en çetin sahneleri, vaktiyle (bilhassa 1944’ten sonra) Emirdağ’da yaşandı.
Üstad Bediüzzaman oraya sürgün olarak gönderildikten sonra, en alt kademeden en üst düzey yöneticilere kadar olan sivil-asker memurlarının hemen tamamı seçilerek oraya tayin edildiler.
Emirdağ’a tayin için seçilenlerin ortak özelliği, “Dine muarız ve Said Nursî’ye düşman” olmalarıdır. Haliyle, onlar da aynı yönde görev yaptılar. Dahası, amirlerinin gözüne girmek ve “aferin+zarf” alabilmek için, ekstrem bazı atraksiyonlarda bulundular. Misâl: Yalan söylediler. İftira attılar. Türlü hakaretlerde bulundular. Casus kullandılar. Defalarca zehirlediler. Gizli-açık tehditler savurdular. Zorbalık yaptılar. Kıyafetine iliştiler. Evinin kapısını dışarıdan kilit vurdular. Sarhoşlara bile uydurma zabıt imzalatmaya çalıştılar. Bediüzzaman’ın kırlara çıkmasına, hatta cuma günü camiye gelmesine mani dahi oldular. Bununla da yetinmeyerek, ayrıca, aleyhinde kara propaganda yaptılar. Ve nihayet, tenezzüh-tefekkür için kırlara çıktığında “Beş tayyare/savaş jetleri” ile takip ve tarassut ile onu ve fedakâr talebelerini bezdirmeye-yıldırmaya çalıştılar.
Evet, bütün bunlar, Emir Dede gibi mübarek zatların medfun bulunduğu Afyon-Emridağ’da yapıldı.
Buna mukabil, elbette ki Nur’un fedakâr kahramanları da boş durmadılar. Onlar da var kuvvetiyle Hz. Bediüzzaman’a sahip çıktılar ve hizmet-i imaniyede daha yüksek bir dirayetle sebatkârane çalıştılar. O havalideki başta Çalışkanlar Hanedanı, Hamza Emek, Mustafa Acet, Ahmet Urfalı ve diğer fedâiler, serdengeçtiler olarak…
*
Muhtelif tarihlerde Emirdağ seyahatlerinde bulunduk. Ayrıca, başta Mahmut Çalışkan, Ahmet Urfalı, Hamza Emek (İstanbul’da) ve köylerinde daha başka yaşlı zatları hayatta iken dinleme-ziyaret etme şansımız oldu.
Bu hatıralar arasında, kahraman fedailer ile alçak zorbalar arasında cereyan eden iki vukuatı görgü şahidi Mahmut Çalışkan’ın dilinden nakletmeye çalışalım. Bizzat şahit olduğu hadiseyi bize şöyle anlattı:
Üstadımız Bediüzzaman’ın dışarıya serbestçe çıkmasından, camiye gitmesinden ve halkın arasında görünmesinden şiddetle rahatsız olanlar vardı. Bunların başında da, o zamanki ilçe kaymakamı ile karakol komutanı geliyordu.
Şuna bizzat şahit oldum: İlçe kaymakamı (A. Uraz), Hazret–i Üstad’ı defalarca gelip tehdit etti. “Dışarı çıkamazsın, halkın arasında dolaşamazsın!” diye, bağıra bağıra tehditler savururdu.
Hatta, bir defasında Cuma günüydü. Üstad, evinden çıkıp Cuma namazı için camiye gidecekti. Tam o esnada, kaymakam evinin önüne gelip durdu. Üstad’ın çıktığını görünce “Camiye-Cumaya gidemezsin!” diyerek bağırmaya başladı. Belli ki, halkı galeyana getirerek orada bir hadise çıkarmak istiyordu...
Hazret–i Bediüzzaman, bu hainane planın farkındaydı. Dolayısıyla, aksine davranmayıp tekrar evine çekildi. Fakat, yine fırsat buldukça camiye gitmeye ve kırlara çıkmaya devam etti. Çünkü, bu yaptığı kànunen suç değildi. Gezip dolaşmak, ibadet için camiye gitmek onun en tabiî hakkı idi.
Ve, ceberrut karakol kumandanı
Üstad Bediüzzaman, evinden çıkıp, çoğu zaman yaptığı gibi yine kırlara gitmek istiyordu. Yolda yürürken, karakol komutanı onu gördü ve yine bağıra çağıra Üstad’ın üzerine gitti. “Bu çağda, hâlâ nedir bu sarıkla, bu kıyafetle dolaşıyorsun? Bu kıyafetle evinden çıkamazsın, dışarıda gezemezsin!” diyerek, Üstad’ın sarığını başından alıp yırtmaya, yere atmaya çalıştı.
Üstad da “Çekil, çekil önümden” diye karşılık verirken, bir taraftan da sarığı yere düşürtmemeye çalışıyordu. Bu arada, Üstad’ın hizmetkârı Ceylan Çalışkan da belindeki tabancaya davranmış, elini tetiğe götürmüş durumda. Kan dökülmesi an meselesi iken, Hazret–i Üstad, hemen durumu toparlamaya ve bir hadisenin patlak vermesine mani olmaya çalıştı. Bir yandan komutanla uğraşıyor, bir yandan da “Ceylan! Çek elini oradan” diye, genç talebesinin elini tetikten çekmesini istiyordu.
Üstad, Menemen-Kubilay Hadisesi gibi bir vukuata meydan vermemek için, tamam deyip evine geri döndü.