Risâle-i Nur Talebelerine karşı zaman zaman çok haksızca ve insafsızca isnatlar, ithamlar yapılıyor.
Meselâ deniliyor ki: Bunlar, (haşa) peygamberi önemsemezler; sürekli Bediüzzaman’dan söz derler. Bunlar, (haşa) Kurân’ı bile önemsemezler; devamlı şekilde Nur Risâlelerini okurlar.
Hariçten bakan art niyetli kimseler, ne yazık ki tabloyu öyle okurlar, manzarayı öyle görürler.
Ama, bilenlerin mâlumudur ki, hakikat-i hâl katiyyen öyle değildir. Risâle-i Nur dairesi içine girenler, Hz. Peygamber’i (asm) daha yakından tanımaya, onun Sünnet-i Seniyyesini daha bir merak ve iştiyakla öğrenip amelinde tatbik etmeye çalışırlar.
Aynı şekilde, Nur Risâlelerini okudukça, Kurân’ı öğrenmek için daha ziyade bir arzu ve iştiyakla harekete geçerler ve Kurân’ı en doğru şekilde okumak ve okutmak için gayret sarf ederler.
Şahsen, kendi hayatımdaki tesir bu mânâ ve mahiyette olduğu gibi, bütün hayatım boyunca yaptığım gözlem ve şahit olduğum tecrübeler de hep bu istikamette olmuştur. Yani, maneviyattan bütün bütün mahrum kimseler dahi, Nur Risâlelerini okudukça, namazına, orucuna daha çok dikkat eder, Kurân’ı okuyup öğrenmeye daha büyük bir aşk ve şevkle gayrete gelir, Resulullah’ın Sünnet-i Seniyyesine daha ziyade riayet etmeye çalıştıklarını sayılamayacak kadar çok örneklerine şahit olmuşuzdur.
Dolayısıyla, başta belirtmiş olduğumuz isnat ve ithamları ileri sürenler, yerden göğe haksızca ve insafsızca bir davranış içinde bulunuyorlar.
*
Hakikat nazarında hiç bir kitap Kur’an ile mukayese edilmez ve ona emsâl, yahut rakip olarak gösterilmez. Aynı hakikat, şüphesiz Risâle-i Nur için de geçerli.
Nitekim, Hz. Bediüzzaman hayatta iken, bu mânâya dair bir suâle muhatap olmuş ve cevabını da hiç tereddüde mahal bırak-mayacak şekilde vermiştir. İşte o suâl ve cevaptan kısacık bir bölüm:
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Mektubunuzda, “Hıfz-ı Kurân’a çalışmak ve Risâle-i Nur’u yazmak, bu zamanda hangisi takdim edilse daha iyidir?” diye sualinizin cevabı bedihîdir. Çünkü, bu kâinatta ve her asırda en büyük makam Kur’an’ındır. Ve her harfinde, ondan ta binler sevap bulunan Kur’an’ın hıfzı ve kırâati her hizmete mukaddem ve müreccahtır. Fakat, Risale-i Nur dahi o Kur’an-ı Azîmüşşanın hakaik-i imaniyesinin bürhanları, hüccetleri olduğundan ve Kur’an’ın hıfz ve kıraatine vasıta ve vesile ve hakaikini tefsir ve izah olduğu cihetle, Kur’an hıfzıyla beraber ona çalışmak da elzemdir.
(Said Nursî; Kastamonu Lâhikası: 47)
*
Nur Talebeleri, kat’i bir kanaat ile bilirler ki: Risâle-i Nur, Kurân’ın malıdır. Kurân’ın bir tefsiridir ve bir mânevî mucizesidir.
Aynı zamanda, yine Kurân hesabına olmak üzere, bu zamanda bir “rahmet-i âlem”dir.
Dolayısıyla, bu zamanda hakaik-i imaniye ve İslamiye noktasında, Risale-i Nur, vâki olan ihtiyaçlara kâfi geliyor. Başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor. Nitekim, Hz. Üstad’ın şu beyanı da bu noktada temerküz ediyor: “Risaletü’n-Nur, hakaik-i İslamiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor; başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor. Kat’î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkiki yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risaletü’n-Nur’dadır. Evet, on beş sene yerine on beş haftada Risaletü’n-Nur o yolu kestirir, iman-ı hakikîye isal eder.” (Age, 52)
İşte, bu iktibasta da göründüğü gibi, meselenin nirengi noktasını “hakaik-i İslamiyeye dair ihtiyaçlar” teşkil ediyor. Risâle-i Nur, bu ihtiyaca tam kâfi geldiği için, eski kitaplarla ve bilhassa bu zamanda hazmı zor malumatlarla mücadele azmini hantallaştırmamak ve kafa midesini bulandırmamak lâzım geliyor.